“Dâhili bedhahların” ezici çoğunlukla iktidar
olduğu günleri yaşadık. Acılar, eziyetler, geri kalmışlıklar, utanç yorumları…
Ne derseniz deyin. Hep birlikte yaşadık. Bize ait olmayan ve bize asla
yapışmayan sıfatlar, dünya milletleri tarafından üstümüze atıldı. Beyinlerindeki
yobaz, gericiliğin resmi olan idare-i devlet düşünceleri, kendilerini
destekleyen küresel çetelerin tam da arzuları yörüngesinde, alınan kararlar,
çıkarılan kanunlar her ne varsa uygulamaya yönelik, hep onların istekleri
doğrultusunda onaylanmıştır. Yıllar, bir tarafın verdiği tavizlerin tarihe not
edildiği zamanlar olarak geçerken, bu tavizlerin verilmesi şiddeti arttıkça,
onları destekleyenlerin artması sonucuyla noktalandı. Bu durum halen devam
etmekte. Buna hiçbir ilim, hiçbir ilim adamı açıklama getiremez, getiremiyor
günümüzde. Olmayacak dediğimiz tahminler, tam tersine ve şiddetli bir destekle
devam ediyor. Buna inanılamaz. İnanılmaz dediğimiz, bu ülkede böyle bir sonucun
hem de yıllarca yaşanılması kabul edilemez. İncelenmesi, toplumun nasıl bu hale
getirildiğinin incelenmesi, ilim adamlarının namus borcudur. İmkânsız olan
nasıl gerçekleşti? Buna yalnızca, yok ABD, yok Batı, yok Dış destek gibi basit
cahili savunma araçlarıyla cevap veremeyiz, vermemeliyiz. Zira, önümüzdeki
sorun daha derin ve aslında bu soruya cevap vermesini beklediğimiz, aydınlara,
üniversitelere ve kendini konuşma, fikir bildirme tahtında görebilme
yeteneğinde gören herkesindir. Hiç kimse, ama hiç kimse bu sorumluluktan
kurtulamaz. Çünkü halk bunların tamamını ve herkesi en ince düşünce noktalarına
kadar tanıyor.
Amacımız, yakın tarihin
olumsuzluklarını hatırlatmak değil.
Milletimizin içine
düşürüldüğü ve fakat milletimizin de bu işkenceye razı olduğu halin
deşifrasyonudur. Kimse kusura bakmasın, bu hali yaşayan insanlara hâlihazırda
inancımız kaybolmuştur. Ümidimiz tamdır, ümit ettiğimiz makam etrafımız
değildir. Açıkça, ana-avrat küfür yiyenlerin seslerinin çıkmadığını
hatırlıyoruz, tam aksi küfür edenlere desteklerinin tam ve sağlam olarak devam
ettiğini birlikte gözledik. Bu inanılmaz ve hiçbir sosyoloji âliminin
notlarında göremeyeceğimiz bir durumdur. Faşist (Nazist)
kuvvetlerin yönetimleri işgal ettiği zamanlarda bile böyle bir hal
görülmemiştir. Ve maalesef dünya sosyoloji ilmi bunun örneğini Türkiye’de ve
maalesef Türk milletinde müşahede etmektedir. Bu utancı tarih alnımıza
yazmıştır ve silinmesi de mümkün değildir.
Önce, ‘Millet’ tanımına
bakmalıyız. İnancım şudur; biz, artık millet olma sınırını aşmış, nasıl
parçalanacağımızın resmi politikalarını geliştirmekle meşgul olmaktayız. Bir
olmak, beraber olmak, bütün olmak, iri olmak, karşı durmak, tek yürek olmak
gibi vasıfları kaybetmişiz (kaybettirilmişiz)
artık, bunu kabul etmeliyiz. Artık, önümüzde bir millet değil, aşiretlerin
kendilerini farklı isimlerle tarif ettiği ne idiğü belli olmayan garip bir
yapılanma var. Bunu kabul edelim. Önümüzdeki ve çözülmesi gereken gerçek
problem budur. Ve asla hayali söylem ve inançlar üzerinden hareket etmeyelim.
Yok, kardeşim, yok… Millet olma refleksimizi kaybettik. Kabul edelim ve yeniden
teşkilatlanalım. Seksenler öncesi gibi değiliz artık, hatta Doksanlar içinde
bile değiliz. Bırakın onları 2002’in son günlerinde ne olduğunu bile
düşünebilecek idrakten noksanız. Bu bela başımıza nasıl tebelleş oldu ne
anlıyoruz, ne de anlamak istemiyoruz.
Şimdi;
Ne olduysa oldu…
Bırakalım, ne olduysa.
Tarihi bilgiler bize ders olsun. İnceleyelim, araştıralım, öğrenelim, bu güne
uyarlayalım ve önümüze ışık olsun.
Fakat asla takılıp
kalmayalım. Zaman hızla ilerliyor ve maalesef biz hala, Seksen öncesine takılıp,
oralardan kalma flu hikâyeleri bugünün gerçeğiymiş gibi hayat tazı yapmaya
çalışıyoruz. Yapmayın, etmeyin. Her geçen An, bir sonrakinin devamı değildir.
Sonra gelen anın öncekiyle hiçbir alakası yoktur, bağımsızdır. Her an, kendi
içinde kendini yaşar. Sonraki yeni bir kendi yeni bir anın kendi yaşamıdır.
Tamam, Seksenlerde kahramandınız, zindanlara tıkıldınız, yargılandınız,
asıldınız biliyoruz. Ama Kırk yıl evveldi bu hatıralar. Bugün yaşanan o değil
ki?
Söyler misiniz mesela? Niye
hala BBP adı altında bir parti var? Anlatabiliyor musunuz? Anlayabiliyor
musunuz? (ismini bilmediğim iki-üç tane daha var) söyler
misiniz niye var? Size namusum ve şerefim üzerine konuşurum ki, bu soruya
siyasilerin bile hiç birisi doğru cevap veremez. Ya…, anladım. Vaktiyle, bir
şeyler, bir şeyler söylediniz ve ayrıldınız. Hala anlamıyor musunuz ki, bu
söylediklerinizin zamanı tamamlandı. Hala mı anlamıyorsunuz? Peki, hala
kendinize ait politikalarınızın, takip ettiğiniz siyasi bir yolun olduğunu
söyleyebilirsiniz, bu fikre saygım var. Lütfen devam ediniz. Yalnızca şuna
cevap veriniz lütfen; mücadele ettiğiniz güce karşı, birleşmekten başka bir
çareniz var mı? Bu birleşmekten yalnızca, kendilerini ‘milliyetçi’ olarak
tanımlayanlardan bahsetmiyoruz. ‘Milli’
güçlerin
tamamından bahsediyorken, sizin, sizlerin… hey.. Sizlerin dışarıda kalmanızın
bir anlamı var mı?
Önceki paragraftaki ‘siz’
kelimesinden kimse alınmasın ve kimse üzerine almasın.
Son cümlemizin üzerinde de
kimse düşünmesin.
“Dâhili bedhahların” ezici çoğunluk iktidar
oldukları ve iktidarlarını pekiştirmek ve daimi kılmak üzere ne lazımsa
yaptıkları zamanlarda, yok ‘benim
siyasetim’, yok ‘benim düşüncelerim’ gibi anlamsız lafların
yalnızca, iktidarın ve/veya iktidarını güçlendirmek isteyen ‘bedhahların’ işine
yarayacağını da anlayın lütfen.
Milli güçler; sizler
kendinizde bir güç vehmediyorsunuz. Hepiniz, ‘BEN’ diyorsunuz. Yanılıyorsunuz
ve asla söylediğiniz gibi değilsiniz. Düşman bellediğinize yardım ettiğiniz ve
onlar için çalıştığınızı anlayınız artık.
Daha ne diyebilirim?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder