Terör, küreselleşmeci
çetelerin ellerinde kullandıkları ve bölüp-parçalamak istedikleri
devletlerin-milletlerin üstüne hoyratça saldıkları yıpratıcı bir silah.
Bu silahı kullanırken
kendilerinin sorumlulukları sıfır. Çünkü silah, parçalamak istedikleri
milletlerin evlatlarının elinde. Onlar, kumanda mevkiinde. İşler, sessizce ve
derinden halloluyor.
Kimi zaman, devletin en
başındaki kişiyi bile bu çeteye, eş-başkan ayaklarıyla dâhil edebiliyorlar.
Öylesi bir durum yaşanıyor ki, devletin en üst düzey yöneticisi, bir de
bakıyorsunuz, kendi devletini parçalamak için çalışıyor. Tabi suçlu yine
küreselci çeteler değil, onlar her zamanki gibi ak-pak insanlar.
En tehlikeli durum da
şudur: halkın çoğunluğu, küreselleşmecilerin söylediklerini kendi fikirleri
olarak anlatırlar, tartışmalarda onların fikirlerini kendi fikirleriymiş gibi söylerler,
makalelerinde onların görüşlerini ve mutlak yazılmasını istedikleri fikirleri köşelerine
taşırlar ve kendi fikirleriymiş gibi savunurlar. Bu düşünceler, halkın
ekseriyetinin düşünceleriymiş gibi kabul gördüğü vakit, küreselleşmeciler
başarıyı yakalamışlardır.
Muhakkak anlattığımız
verileri yaşayan bir ülke tanıyorsunuzdur. Bu ülkede, insanların düşüncelerinin
bir önemi yoktur. Dindar olabilir, dinsiz olabilir, sosyalist olabilir,
milliyetçi olabilir, kapitalist olabilir ve hatta komünist olabilir… Hiçbir
önemi yoktur. Kimin ne olduğunun, neyi savunduğunun önemi yoktur. Yeter ki, küreselci
efendilerinin söylediklerini kendi lisanlarından anlatsınlar. Onlara,
dünyalıkları hazırlanır, makamlar verilir, şan-şöhret yolları açılır ve
gerçekten bunu da yaparlar. Niye yapmasınlar ki, neyi kaybedecekler? Ordularını
salsalar binlerce kayıp verecekler, trilyonlarca masrafa neden olacak.
Uyguladıkları bu taktikle, hem insanlarının kaybını önlüyorlar, hem de ekonomik
olarak muhtemel kayıplarını. Üstelik patlayan silahların, bombaların da
bedellerini hem de peşin olarak tahsil ediyorlar. Çünkü satarak ticaret
yapıyorlar!. Ne güzel değil mi?
Bu uygulamalar sonunda ne
mi oldu? Ne olacak dünyanın ürettiği servetin yarısı, yalnızca %1’in eline
geçti. Göbeklerini kaşıyarak, viskilerini yudumlayarak zevk-ü sefaya vurarak
yalancı cennetlerinin içinde patlayıp gidecekler.
Adaletin, demokrasinin,
insan haklarının hiçbir kuralına uymadan, hoyratça sömürmeye ve öldürmeye
yönelik uygulamalarına devam ediyorlar.
Oysa Bosna’yı aldıktan
sonra Fatih Sultan Mehmet Han’ın Latin Papazlara verdiği ferman, günümüz için çok
çok önemli insan hakları fermanı özelliğini taşıyor. Bırakalım dış ülkeleri ve
ülkemize düşmanlık taşıyan milletleri, maalesef içeride bile 1463 yılında
yayınlanan fermanın kilometrelerce uzağında olduğumuzu tespit edelim. Ferman
ayniyle şöyledir:
“Ben ki Fâtih Sultan Mehmet Han’ım, cümle avâm ve havassâ malum ola ki,
iş bu dârendegân-ı ferman-ı hümâyûn Bosna ruhbanlarına mezîd-i inâyetim zuhura
gelüp buyurdum ki: Mezburlara ve kiliselerine kimse mani ve müzahim olmayup
ihtiyatsız memleketimde duralar. Ve kaçup gidenler dahi emn u emanda olalar.
Gelüp bizim hassa memleketimizde havsız (korkusuzca) sakin olup kiliselerine mütemekkin olalar.
Ve yüce hazretimden ve
vezirlerimden ve kullarımdan ve reayalarımdan ve cemîi memleketim halkından
kimesne mezburlara dahl ve taarruz edüp incitmeyeler. Kendilerine ve canlarına
ve kiliselerine ve dahi yabandan hassa memleketimize adem gelürler ise yemîn-i
muğallaza (ağır ve büyük yemin) ederim ki, yeri göğü yaradan Perdevdigâr hakkı içün ve ulu
peygamberimiz hakkı içün ve kuşandığım kılıç hakkı içün bu yazılanlara hiçbir
fert muhalefet etmeye, madem ki bunlar benim emrime mutî ve munkâd olalar.” (İlber
Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğunda Millet Sistemi Sh.217)
Can ve mal emniyetinin
zayıfladığı ülkemizde, adaletsizliklerin zirveye çıktığı ülkemizde, ehliyetsiz
adamların işbaşına getirildiği ülkemizde… Fatih’in Fermanı’nı okuyalım da,
nerden nereye geldiğimizi anlamaya çalışalım.
Ah!. Körleştiren ideoloji.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder