“Arayayım, ne var ne yok, neler yapıyorsun”
diyeyim dedik, çevirdik telefonunu.
El cevap:
“Yetim malı yiyorum”. Dedi.
Hayda… Konuşma burada
noktalandı, iki kelimelik muhabbet sonlandı. Kapattık telefonu.
Şimdi düşünme sırası bize
geçmişti.
Ne konuşulacak laf, ne
seyredilecek resim kalmıştı. En iyisi telefonu kapatıp, bir ‘yetim malı’
aramaya koyulmalıydık yemek, doymak üzere…
Öyle ya, yenilecek en helal
mal yetim malıymış!…
****
Oyunu bozmak ve oyundan
ayrılmak mı en iyisi? Bilmiyorum. Öyle karışık ki!
****
Bildiğimiz yetim malı
yemek, günahların en büyüğü. Tamam işte. Adem (A.S)’da
yetim malı yedi ve cennetten kovuldu!. Yani günahların en büyüğünü işledi!
Bu nasıl iştir, bu nasıl
hakikattir Allah’ım!..
Hem yasaktır, hem de yemeye
mecbursun!.
Hem yasaklayacaksın, hem de
yemeye mecbur tutacaksın. Mecburiyet, farz olandır değil mi? Öyledir.
İşler iyice karıştı.
“İlim Çin’de bile olsa gidin alın”
emri duruyorken, bu kadar da karışık değil. Neredeyse alınacak. O ilim ki,
yetimin malıdır. Yetime teslim edilecek. Yetim’de, yattığı yerden, malını
beklemeyecek. Uğraşacak, çalışacak, uykusuz kalacak, yorulacak ve malını
bulacak ve alacak ki, o mal “Çin’de
bile olsa”, gidecek ve alacak. Emir’de “gidin alın”
buyuruluyor. Nasılsa sana ait, bekle o gelir demiyor. Gideceksin ve alacaksın!
Bu emirdir, yani farzdır.
Bizde farzları Beş ile
sınırlamışlar. En kalın perde!
Oku, ilim edin, cömert ol,
tahkik ehli ol, dedikodu yapma, gıybet etme, zekâtı artır, verici ol, yardımcı
ol, hastayı ziyaret et.. Sayısız farz var, biz de Beş ile sınırlanmış. Bu
Beş’in içinde de en ağırlıklısı, daima üzerinde durulan namaz olmuş. Gerçekten
en kalın perde.
Yetim ve malına gelince.
Hz. Resulullah’ın bir emri
şöyledir: “Ölmeden evvel ölünüz.” Bakınız
burada kesin emir var, yani farz hükmünde kesinlik. Ölünüz!. (ölebilirsiniz
değil!)
Ölüm nedir, nasıl olur?
Fiziki olarak irtibatın
dünya ile kesilmesidir. Bir, iradi olarak gönüllü, iki, gayr-ı iradi olarak
zorla ölüm söz konusudur. İkinci maddedeki ölümü herkes biliyor. Zorunluluk
olarak, vade sonunda tadılacak ve gidilecek. Asıl önemlisi, Resul buyruğu olan
gönüllü olarak ölmek. Dünyadan geçmek, iyisinden, kötüsünden, güzelinden,
çirkininden.. Zorla giden ölü de öyle değil mi? Nefsi de sıfırlanmıştır. İçi
Hakk ile dolmuş, daim Hakk ile birliktir. Bu tıpkı ölü gibi olmaktır, zahire
göre. Aslında gerçek hayatı bulmuş ve onunla doludur. Ve aslında gerçekte yaşayan
yalnızca odur.
Ki, bu hali yaşayan kişi bu
dünyanın yetimidir. Bir başınadır çünkü. Dünyadakilerin hareketleri ona ters
gelir, bu yüzden ilgilenmez. Herkesin alaka kurduğu konular onun için hiç
değerindedir. Mala mülke değer vermez, şana şöhrete itibar etmez. Hasılı o bu
dünyadakilerden apayrıdır. Tıpkı, Abdullah’ın Yetimi (SAV) gibi.
İşte bu merhaleden sonradır
ki, yetimlik gömleğini giydikten sonradır ki, O’na ait ilim hazinesinin
kapıları açılır. Çünkü Dostluk elbisesini giyinmiştir. Artık Yetim, malına
kavuşmuştur. Bundan böyle, helal olan malından istediği kadar yiyebilir (tahsil
edebilir, öğrenebilir) ve onunla neşvünema bulur. İdraki,
görüşü, duyuşu O olur. Bildiklerini gerçek yetimlere aktarmak görevi bile
verilebilir. Artık, sahibi nasıl isterse öyle davranır.
O yetim malını bulup da,
yememek olur mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder