1 Ağustos 2015 Cumartesi

Eğitimden, Halimize Hakikat


Niye mi bu haldeyiz?

Evladına verdiğin eğitime bak. Çevrendeki çocuklara verilen eğitime bak. Mahallendeki, kasabandaki, şehrindeki, ülkendeki verilen eğitime bak. Her yıl kuralları değiştirilen, kimin ne öğreteceğinin bilinmediği, cehaletin yıllar boyu tedris edildiği bir garip eğitim sistemi!..

Ne öğretiyorlar?

Ben 30 yıl ne öğrendiğimi anlatayım mı?

Diş fırçalamayı 45 yaşında, trafiği idare eden lambalara saygıyı 48 yaşında, matematiğin gerekli olduğunu ve felsefik inceliğini 50 yaşında, dünyaya cennete gitmek için değil, Allah’a vuslat hedefiyle gelindiğini 55 yaşında öğrendiğimi zannediyorum, bakınız hala zannediyorum diyorum. Bunlar hayatın çok basit kaideleri. Hangi yıldızın hangi güçleri taşıdığını (hala öğrenemedim) öğretmediler, güneşin ne vazifesi vardır bilmiyorum, yaşadığımız dünyaya benzer dünyalar ve oralarda da bizim gibi insanların yaşayıp yaşamadığını anlatmadılar, bilmiyoruz…

Şimdiki çocuklara farklı şeylerin mi öğretildiğini sanırsınız, yanılıyorsunuz böyle kabul edersiniz.

Bizim fezamızda (galaksimiz) bulunan 400 milyar gezegenin niye var edildiğini bilmiyorsa bir fizik mühendisi hangi eğitimden bahis olunabilir. Eğitim hayatı boyunca Bir kere bile teleskop görmemiş bir uzay mühendisi tahayyül edebiliyor musunuz? Vücudumuzu oluşturan bilmem kaç yüz milyar hücrenin, canlı mı, cansız mı olduğunun hala tartışıldığı bir sistemden ne bekliyorsunuz? Dünya ışığını güneşten almıyor, “gün ayrı bir varlık, gece ayrı bir varlık” bilgisinin bir profesörün ağzından duyuyorsak siz hangi eğitimden, hangi ilimden konuşuyorsunuz. Üstelik bu lafı edenin bir ilahiyat Profesörü olduğunu söylersek, “Hangi varlık Hocam?” deme hakkımız da olmalıdır. Bir ilahiyat hocasının ağzında sayısız varlık lafları, bizleri nerelere götürür?

‘Bir’, ‘Tek’ ne demektir, aralarında ne fark vardır öğrenebildik mi? Hayır. Fiil, sıfat, isim niye ayrılmıştır, ne zaman aynileşirler, hangi durumlarda gayrileşirler öğrenebildik mi? Niye her ismin ardında bir fiil vardır biliyor muyuz?

İlmi, damla damla akan musluktaki bilgilerin toplanması, değerlendirilmesi olarak değil de, sağanaktaki yağış zenginliğindeki rahmetin bir anda dolması gibi anlayan beyinlerin, en büyük addedildiği, oysa ilmin minik minik, küçük küçük gelirse ancak algılanabileceğini, böyle olmaz ise gelen ilmin hiçbir işe yaramayacağını ne zaman öğreneceğiz. Kaldı ki, anlatılan durum gece ve gündüz, seneler boyu aç-susuz, yorgun ve uykusuz çalışmayı gerektirir. Bu hedefi anlatan bir hoca, bir eğitmen, bir milli eğitim programı hatırlıyor musunuz? Ders notları arkadaştan, kitap kütüphaneden, bilgi internetten, ödev sitelerden, rapor bir önceki raporun kopyası, tez öncekilerin aynısı, yurt dışına gönderilenlerin hali içler acısı, parasını ver al diplomayı ticareti… Gelin bu cümlelerde bir damla ilim arayın.

Eee 30 yıl boyunca biz neyi öğrenmişiz, bize neleri öğretmişler, inanın bundan bile haberimiz yok.

İşte durumumuz bu.

“Sen sus, küçüksün sıranı bekle.” Lafı bizlere söylendi; biz de çocuklarımıza hoyratça haykırdık. Aman ha sorma çocuğum, sorma ki, bilmeyesin. Sen bilmeyince, biz rahat ederiz, biz rahat ettikçe ülkede ilim geriler, ilmin gerilemesi okulları lüzumsuz hale getirir, lüzumsuz hale gelen okulların temeline dinamit koymak kolaylaşır. Sosyolojiyi, felsefeyi kaldırmanın da bir sakıncası kalmaz. Aman ha soru sorma evladım, sıranı bekle, küçüklüğünü anla ha!..

Günümüzde ‘tahkik’ kavramı sıklıkla kullanılmaya başlanıldı. İnanıyorum ki, bu kavramı kullananlardan hiç birisi bir sözlüğe bakarak bu kelimenin anlamını öğrenmeyi merak etmemiştir. Bir kere baksa anlaşmamız kolaylaşacak, ama yok, birisi ona söylemiş ve yalnızca duyduğunu, kolaylıkla bilmediği bir kelimeyi kullanıyor. İşte sorun, işte çözülmez sorun!. Yahu birisi ona söylese ‘tahkik’ soru sormaktır.

Maalesef işimiz ezberin ötesine geçemiyor. Derinlik sıfır, incelikten uzak, nezaketten yoksun, kaba saba bir tarz-ı hayat.

Çocuklarımızı, iyi meslek sahibi ol, bol para kazan, daireler satın al, lüks otomobilin olsun, babası zengin bir eş sahibi ol gibi malayani hedeflere kilitliyoruz. Tüm telkinlerimiz çocuklarımızın cimri beyinler olmasını sağlıyor. Bu kilitlenmeden çıkacak beyinin, ancak ebleh bir beyin olacağını bir türlü anlayamıyoruz. “İhsan edicilerin” Allah tarafından sevileceğini idrak edemiyoruz. Çocuğumuzu, dolayısıyla neslimizi “mahvediyoruz”. (Hakikatin) temizliğini (nefsaniyetin) pisliğine değiştirmeyin” (Nisâ/2) Buyruğu, çok çok uzaklarda asılı kalmış, kendi halimizde, kendimize yeni yeni yollar aramaya devam ediyoruz.

Ve; ilahi hüküm şudur:

“İşte bu böyledir… Bir topluluk nefslerindekini değiştirmedikçe, Allâh onlara (hakikatlerinden) olan nimetini değiştirmez! Allâh Semi’dir, Aliym’dir”. (Enfal/53)

“Muhakkak ki Allâh, bir toplumun yaşam biçimini, onlar kendi nefslerini (anlayışlarını – değer yargılarını) değiştirmedikçe, değiştirmez. Allâh bir topluma bir felaket irade etti mi, artık onun geri çevrilmesi yoktur! Onlar için O’ndan başka yardım edici dost yoktur.” (Ra’d/11)

Daha açık, daha kolay bir anlatış şekli ve yolu var mıdır?

Doğru ve güzel, önümüzde apaçık duruyor. Görmeye önce niyet, sonra göz gerek.

Ne diyelim?

“Neylerse güzel eyler…” Herkes, her toplum layığını yaşar.



1 yorum:

  1. Halil Kaya ;
    HER CÜMLESİNİ KENDİ GÖRÜŞÜM OLARAK TAKDİM EDİYORUM.ANCAK;KIRK YIL ÖNCE BEĞENMEYİP,YERDEN YERE VURDUĞUMUZ EĞİTİM SİSTEMİMİZ VE ANLAYIŞINI,BU GÜN TEKRAREN YERİNE KOYSAK SEVİNÇTEN HAVALARA SIÇRAMAMIZ GEREKİR.BU GÜNKÜ GERÇEK, YERLERDE SÜRÜNÜYOR SÖZÜNÜN BİLE KARŞILAYAMAYACAĞI BİR NİTELİKTE MAALESEF.

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...