Niye mi bu haldeyiz?
Evladına verdiğin eğitime
bak. Çevrendeki çocuklara verilen eğitime bak. Mahallendeki, kasabandaki,
şehrindeki, ülkendeki verilen eğitime bak. Her yıl kuralları değiştirilen,
kimin ne öğreteceğinin bilinmediği, cehaletin yıllar boyu tedris edildiği bir
garip eğitim sistemi!..
Ne öğretiyorlar?
Ben 30 yıl ne öğrendiğimi
anlatayım mı?
Diş fırçalamayı 45 yaşında,
trafiği idare eden lambalara saygıyı 48 yaşında, matematiğin gerekli olduğunu
ve felsefik inceliğini 50 yaşında, dünyaya cennete gitmek için değil, Allah’a
vuslat hedefiyle gelindiğini 55 yaşında öğrendiğimi zannediyorum, bakınız hala
zannediyorum diyorum. Bunlar hayatın çok basit kaideleri. Hangi yıldızın hangi
güçleri taşıdığını (hala öğrenemedim)
öğretmediler, güneşin ne vazifesi vardır bilmiyorum, yaşadığımız dünyaya benzer
dünyalar ve oralarda da bizim gibi insanların yaşayıp yaşamadığını
anlatmadılar, bilmiyoruz…
Şimdiki çocuklara farklı
şeylerin mi öğretildiğini sanırsınız, yanılıyorsunuz böyle kabul edersiniz.
Bizim fezamızda (galaksimiz)
bulunan 400 milyar gezegenin niye var edildiğini bilmiyorsa bir fizik mühendisi
hangi eğitimden bahis olunabilir. Eğitim hayatı boyunca Bir kere bile teleskop
görmemiş bir uzay mühendisi tahayyül edebiliyor musunuz? Vücudumuzu oluşturan
bilmem kaç yüz milyar hücrenin, canlı mı, cansız mı olduğunun hala tartışıldığı
bir sistemden ne bekliyorsunuz? Dünya ışığını güneşten almıyor, “gün ayrı bir varlık, gece ayrı bir varlık”
bilgisinin bir profesörün ağzından duyuyorsak siz hangi eğitimden, hangi
ilimden konuşuyorsunuz. Üstelik bu lafı edenin bir ilahiyat Profesörü olduğunu
söylersek, “Hangi varlık Hocam?”
deme hakkımız da olmalıdır. Bir ilahiyat hocasının ağzında sayısız varlık
lafları, bizleri nerelere götürür?
‘Bir’, ‘Tek’ ne demektir, aralarında ne fark vardır
öğrenebildik mi? Hayır. Fiil, sıfat, isim niye ayrılmıştır, ne zaman
aynileşirler, hangi durumlarda gayrileşirler öğrenebildik mi? Niye her ismin
ardında bir fiil vardır biliyor muyuz?
İlmi, damla damla akan
musluktaki bilgilerin toplanması, değerlendirilmesi olarak değil de,
sağanaktaki yağış zenginliğindeki rahmetin bir anda dolması gibi anlayan
beyinlerin, en büyük addedildiği, oysa ilmin minik minik, küçük küçük gelirse
ancak algılanabileceğini, böyle olmaz ise gelen ilmin hiçbir işe yaramayacağını
ne zaman öğreneceğiz. Kaldı ki, anlatılan durum gece ve gündüz, seneler boyu
aç-susuz, yorgun ve uykusuz çalışmayı gerektirir. Bu hedefi anlatan bir hoca,
bir eğitmen, bir milli eğitim programı hatırlıyor musunuz? Ders notları
arkadaştan, kitap kütüphaneden, bilgi internetten, ödev sitelerden, rapor bir
önceki raporun kopyası, tez öncekilerin aynısı, yurt dışına gönderilenlerin
hali içler acısı, parasını ver al diplomayı ticareti… Gelin bu cümlelerde bir damla
ilim arayın.
Eee 30 yıl boyunca biz neyi
öğrenmişiz, bize neleri öğretmişler, inanın bundan bile haberimiz yok.
İşte durumumuz bu.
“Sen sus, küçüksün sıranı bekle.” Lafı bizlere
söylendi; biz de çocuklarımıza hoyratça haykırdık. Aman ha sorma çocuğum, sorma
ki, bilmeyesin. Sen bilmeyince, biz rahat ederiz, biz rahat ettikçe ülkede ilim
geriler, ilmin gerilemesi okulları lüzumsuz hale getirir, lüzumsuz hale gelen
okulların temeline dinamit koymak kolaylaşır. Sosyolojiyi, felsefeyi
kaldırmanın da bir sakıncası kalmaz. Aman ha soru sorma evladım, sıranı bekle,
küçüklüğünü anla ha!..
Günümüzde ‘tahkik’ kavramı
sıklıkla kullanılmaya başlanıldı. İnanıyorum ki, bu kavramı kullananlardan hiç
birisi bir sözlüğe bakarak bu kelimenin anlamını öğrenmeyi merak etmemiştir.
Bir kere baksa anlaşmamız kolaylaşacak, ama yok, birisi ona söylemiş ve
yalnızca duyduğunu, kolaylıkla bilmediği bir kelimeyi kullanıyor. İşte sorun,
işte çözülmez sorun!. Yahu birisi ona söylese ‘tahkik’ soru sormaktır.
Maalesef işimiz ezberin
ötesine geçemiyor. Derinlik sıfır, incelikten uzak, nezaketten yoksun, kaba
saba bir tarz-ı hayat.
Çocuklarımızı, iyi meslek
sahibi ol, bol para kazan, daireler satın al, lüks otomobilin olsun, babası
zengin bir eş sahibi ol gibi malayani hedeflere kilitliyoruz. Tüm telkinlerimiz
çocuklarımızın cimri beyinler olmasını sağlıyor. Bu kilitlenmeden çıkacak
beyinin, ancak ebleh bir beyin olacağını bir türlü anlayamıyoruz. “İhsan edicilerin”
Allah tarafından sevileceğini idrak edemiyoruz. Çocuğumuzu, dolayısıyla
neslimizi “mahvediyoruz”. “(Hakikatin) temizliğini (nefsaniyetin) pisliğine değiştirmeyin” (Nisâ/2)
Buyruğu, çok çok uzaklarda asılı kalmış, kendi halimizde, kendimize yeni yeni
yollar aramaya devam ediyoruz.
Ve; ilahi hüküm şudur:
“İşte bu böyledir… Bir topluluk nefslerindekini değiştirmedikçe, Allâh
onlara (hakikatlerinden) olan nimetini değiştirmez! Allâh Semi’dir, Aliym’dir”. (Enfal/53)
“Muhakkak ki Allâh, bir toplumun yaşam biçimini, onlar kendi nefslerini
(anlayışlarını – değer yargılarını)
değiştirmedikçe, değiştirmez. Allâh bir topluma bir felaket irade etti mi,
artık onun geri çevrilmesi yoktur! Onlar için O’ndan başka yardım edici dost
yoktur.” (Ra’d/11)
Daha açık, daha kolay bir
anlatış şekli ve yolu var mıdır?
Doğru ve güzel, önümüzde
apaçık duruyor. Görmeye önce niyet, sonra göz gerek.
Ne diyelim?
“Neylerse güzel eyler…” Herkes, her toplum layığını
yaşar.
Halil Kaya ;
YanıtlaSilHER CÜMLESİNİ KENDİ GÖRÜŞÜM OLARAK TAKDİM EDİYORUM.ANCAK;KIRK YIL ÖNCE BEĞENMEYİP,YERDEN YERE VURDUĞUMUZ EĞİTİM SİSTEMİMİZ VE ANLAYIŞINI,BU GÜN TEKRAREN YERİNE KOYSAK SEVİNÇTEN HAVALARA SIÇRAMAMIZ GEREKİR.BU GÜNKÜ GERÇEK, YERLERDE SÜRÜNÜYOR SÖZÜNÜN BİLE KARŞILAYAMAYACAĞI BİR NİTELİKTE MAALESEF.