Muhiddinî Arabî Hazretleri
Füsus’ul Hikem adlı eserinde, ‘yücelik’ konusunu tartışırken bir noktaya gelir
şunları söyler: “..
Zira kemâl-i mutlak-ı hakîkî ancak kendisine mahsustur. Ve onun ulüvv-i
sıfâtîsi ma’kul ve mahsus olmayıp, belki niseb-i zâtiyesinden ibaret bulunan o
sıfat, ezeli ve ebedî bulunan zâtıyle beraber ezelî ve ebedîdir. Ve bu ulüvv-i
sıfat, mahlûkât mabeyninde dahi ulüvv-i mekân ve ulüvv-i mekanetten farklıdır.”
Açıklamasından sonra şöyle bir misal verir akabinde açıklar. “zira bir cahil menâsıb-ı hükümetten birine
geçip zîr-i idaresinde bulunan âlimlere hükm eder. O câhil âlimlerden ulüvv-i
mekânet ile ve o âlimler dahi o mansıp sahibi olan câhilden ulüvv-i sıfat ile âliyydir.
Ve keza bir câhil kürsîye çıkar ve bir âlim dahi yerde oturur. O câhil orada
ulüvv-i mekân ile âlim ise ulüvv-i sıfat ile aliyydir. Binâenaleyh ulüvv-i
mekân ve mekânet ile âliyy olan kimsenin ulüvvü, mekâna ve mertebeye tebaen
olur. Ulüvv-i mekânet ve mertebe ile âilyy olan kimse o mertebeden azl olunduğu
veya yüksek bir mekânda bulunmak suretiyle âliyy olan kimse, o mekândan indiği
vakit, o ulüvvler ondan zail olur. Fakat ulüvv-i sıfat ile âlî olan âlim, ister
âlî veya sâfil mekânda bulunsun ve ister ehl-i mansıp veya âhâd-ı nastan olsun,
daima ulüvv-i sıfat ile ‘âliyy’dir. Çünkü onun ulüvvü, teba’i değil nefsidir.” (A.
Avni Konuk, Füsus Şerhi C.II, Sh, 44 civarı)
Demek ki, yücelik ‘sıfat
ile yüce’ olmaktan geçiyormuş. Tayin olunan makamlar, birisinin sırtından
çıkılan mekânlardan azil veya indirilme söz konusu olduğunda, kişinin elinde
‘yücelik’te kalmıyor makam da. Makamdan azil ile birlikte yücelikte elinden
alınıyor veya otomatikman, yücelik son eriyor.
Prof. Celal Şengör Hoca,
Faih Altaylı’ya yazdığı mektupta şunları söyler: “Türkiye pek uzun zamandan beri bilgisi sınırlı, kültürü kıt, kentli
kültürden uzak, kaliteden daha çok kantiteye önem veren politikacılar
tarafından yönetildiği için başı giderek derde giriyor, içeride milli bütünlüğü
yaşam huzuru azalıyor, dışarıda güvenilirliği ve itibarı sıfıra koşuyor,
ekonomisi de tamamen tefeciliğe dayanan ve dış dünyanın uyanıkları tarafından
empoze edilen yalancı bir ‘gelişme’ dönemi sonu baş aşağı gitmeye başlıyor.
Sıfırlar atıldıktan sonra dolar karşısında 1 Liradan başlayan Türk Lirası
nihayet 2.30’u gördü (bugünlerde 2.85 civarında M.E.). düşüş devam edecektir, çünkü Türk
Lirasının karşılığı yok!”
“Akıl fakirlerinin bunun ne anlama geldiğini anlaması mümkün değildir.
Ta ki, hayatını tam olarak etkileyinceye kadar bugünkü siyasi tutumunu
sürdürmeye devam edecektir.”
Meraklıları, yazının devamını http://www.fatihaltayli.com.tr Sitesinden bulun ve okuyun,
çok mühim tespit ve çözümleri göreceksiniz.
Kişinin yaptığı hizmetlerle
övünmesi cahillik gösterisidir. ‘Övme’ karşının bir hali olmalı. Hayatındaki
iyileri, bırak başkaları övsün. Senin için en iyisi, yapmadıklarını hatırlayıp
üzüntü duymandır, kaçırdıklarını fikr edip, yanmandır. Hazreti Resullulah, Hz.
Ali’ye verdiği öğütler de, “Zekâtın
afeti övünmektir” buyurur. Yaptığın bir hizmettir zaten,
görevindir. Kişi yaptığı görevi dolayısıyla kendini över mi? Hiç olmazsa
yaptığın hizmetleri, afet dolabında perişan etme. Hz. Muhammed (sav),
tavsiyelerine devamla: “Ya
Ali, cahillikten daha beter fakirlik yok. Akıldan daha güzel mal yok. Kendini
beğenmekten daha korkunç yanlışlık yok. Müşavereden daha kuvvetli yardımcı
yok…” buyurur.
Maneviyattan yoksun, zahir
inançlarının esiri olanların ülkeyi getirdikleri yer, yarın başıdır. Aşağı
tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık misali, ölüm ile imtihan edilir oldu
millet. Ölümün soğuk ve ürkütücü yüzü insanımızın hafızalarına nakşedildi.
Öyleyse, ölümden de beteri sıtmaya razı oldu(lar). Sebep nedir sorusu
sorulabilir. İşbaşına getirilenlerin hemen tamamı, o işe liyakati
tescillenmemiş olanlardır. İşe alınırken, lise diplomasına bakılıyor, karısının
başına bakılıyor. Seçim böyle olursa, sonucu tahmin etmek zor olmaz. Maalesef
hala akıllanmadılar da aynı alışkanlıklarını devam ettiriyorlar. Cahilin
cesareti!.
İlmiyle veya getirildikleri
makamlarıyla “kibir gösteren cahiller,
diğer insanların her zaman kendilerine saygı göstermelerini, hizmet etmelerini
isterler. Bu davranışları görmediklerinde çok öfkelenirler. Çünkü akıllarınca,
insanlardan daha fazla ilme sahip olmaları (ve makama) ve onlara ilim öğretmeleri (veya idare
etmeleri) karşılığında, diğer insanların
kendilerine bu çeşit davranışları göstermeleri gerekmektedir.” (Hacı Ahmet
Kayhan)
Biz de böyle değil, aklı
erenlerin tamamının bildirdikleri, anlatım ve kelime farklılıklarına rağmen
aynıdır. İstenen tevazu, arzulanan karşılıksız hizmet aşkı ve kibrin
sıfırlandığı bir hayat tarzı… Kötü ahlakı bırakıp, Allah’ın ipine sarılmak
zordur, zor geliyordur. Ne de olsa inancı odur ki, bulunduğu makamlara kendi
çalışmaları, çabalamaları sayesinde gelmişlerdir, kendileri başarmışlardır,
kendilerinden daha büyüğü yoktur. Fir’avun zihniyeti.
Yücelik senin içindedir,
zahiren görünenler, bir heves, bir inat bir vehim sonucudur. Sahip olduklarının
aslı sana ait olmayıp, geçici bir süreliğine insanlara hizmet edebilmen için
sana sunulmuş bir fırsattır. Bunun değerini iyice bilmek lazımdır. Fırsat elde
iken, hizmette kusur edilmemek lazım gelir.
Övünmeye gelince; bırak
kendine övgüler düzmeyi. Sırası gelende, ulaşabilirsen o makama seni övecek
olan Allah’tır. Sen o Makama çıkmaya gayretli ol. O’nun övgüsü, senin kendini
övmenle eş olabilir mi? Yapacağın sadece, karşılıksız hizmete talip olmak ve
çalışmaktır. Fırsat varken heba etme.
Şengör Hoca’nın makalesini konu
edinen bir yazısında Namık Kemal Zeybek, hayati bir soruyla bitirir yazısını,
biz de o cümle ile bitiriyoruz:
“Akıl ve bilimi yok sayan bağnazlığın gittikçe, hem de devlet gücüyle
yaygınlaştırıldığı bu ülke geleceğini nasıl koruyacak?.” (haberhergün.com)…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder