Dilinizi bozmaz, kavramları
aynı yollarla algılar, bakışlarınızı ortak noktalarda birleştirebilirseniz,
Kolayca anlaşırsınız.
Yanda oturan lafa
karışarak:
“Bu söylediğiniz dünyanın en zor işidir. İki öz kardeşten bile beklemek
saflıktır” dedi.
Onun bulunduğu taraftan
böyle görünüyordu anlaşılan. Doğruya, doğru deriz. Kolay değil elbette,
kolaylıkla mı girilir savaşlara, kolaylıkla mı bitirilir savaşlar. Tabi ki, bir
sürü zorluğu var. Ama karşılıklı iyi niyetler ortaya konulursa, anlaşmaya
ortaklaşa çabalarla kolaylıkla varılabilir. Bu yolda, taraflardan birinin
çabası, diğerinin eski hali muhafazası, uzlaşmadan, barıştan, anlaşmadan
uzaklaşma sonucunu doğurur. Biz bu durumu, millet olarak son Beş yıldır fiilen
yaşıyoruz.
Dil ayrıştı, farklı
anlamlar yüklüyoruz kavramlara, her neye baksak bakış noktalarımız farklı
noktalardan, tabi ki, anlaşmak imkânsız.
Bu ‘anlaşmak - uzlaşmak’
kelimesine ulvi manalar yüklemeye yer yok. İster anlarsın, istersen anlamaz,
keyfin bilir ki, madem akl-ı cüz sahibisin. Ne de olsa doğrular, herkese göre
değişiyor. “Senin doğrun sana, benim
doğrum bana” der geçeriz.
Kavram kargaşası nereden
doğuyor derseniz;
Problemi soran da,
cevaplayan da akıldır.
Burada akıl, çözülmesi
gereken en büyük bilinmeyen veya bilindiği sanılan. Doğru yolu gösteren de o,
yanlışa düşüren de o. Savaşlara götüren, barış çağrısı yapan, çözülmez
problemlere gark eden, yüzyıllardır çözülemeyen problemi şıppadak çözen de o. Ahırını
berbat eden de o, ahırını güzelleştirecek olan da o. Yola onunla çıkılır, yol
onunla bulunur ancak. O yoksa din de yoktur.
Akıl, her birimde aynı
seviyede mi çalışır? Aynı renkte mi faaliyette bulunur? Aynı doğrultu da mı
sahibini yöneltir?
Burada, yukarıda lafa
karışan kişinin ‘saflık’
tabirini
kullanmak gerekecektir. Kaldı ki, o kişi
söylediği cümlede haklıydı. Dünya üzerinde kardeş bile olsa, ikiz kardeş bile
olsa iki aynı kişi yoktur ki. Benzer iki şey yoktur ki, birbirini tekrar eden
iki tecelli yoktur ki. Hatta gökyüzünden yeryüzüne düşen her damla yağmur
tanesinin bile birbirlerine benzerliği yok. Öyleyse benzer iki beyin de, iki
akıl da, bir konuda aynı düşünen iki beyin de yoktur diyebiliriz. Yani farklı
çalışır, değişik işler yapar her akıl ve her akıl sahibi.
İşte anlaşmazlığın noktası,
işte bize anlaşmazlık gibi gelen nokta.
Akıl varsa, her şey kolay,
akıl varsa, hiç de kolay değil.
Ne yapılmalı, çözüm nedir?
İşe ‘akıl’ı eğitmekle -terbiye- başlamalı
deriz. Bu nasıl olacak derseniz;
Aklını nefsin emrine
verenlerin, aklını gönlün emrine verenlerle bir arada olamayacaklarını
söylemekle işe başlarız. “Tatlı
suyla, tuzlu suyun birleşemedikleri” gibi.
Ve çözüm bu cümlede
gizlenmiştir.
Bu ülkenin okullarında kaç
tane derslik var? (bilmiyorum)
diyelim ki Yüz Bin.
Hah, işte okulların o
sınıflarında eğitim alan bir
öğrencinin aklını gönlüne evirebilirseniz, hayatınız (hem
dünyanız, hem ahırınız) kurtulur.
Zor mu?
Çok bir şey mi istedik
canım efendim?
Mesela Kırk öğrencilik her
sınıfta sadece bir öğrenciyi istediğimiz yönde eğitin,
Ben size Bir değil, Milyon
dünya kurayım.
Buyurun, Halep oradaysa
arşın burada.
İlhan Yalçın :
YanıtlaSilHocam, ben akıldan daha çok adalet, hak, dürüstlük, doğrudan yana olma duygularının içselleştirilmemesinden, karakterin en önemli parçası haline gelmemesinden bu haldeyiz diye düşünüyorum.
Zira, bu "menfaat" akılı geri plana atıyor.
Sanırım belirttiğiniz vasıfları da harekete geçirecek olan (eksi veya artı) yine akıldır.
Sil