17/25 Aralık
soruşturmalarının, AKP’nin meclis
çoğunluğundan aldığı güç ile T.B.M.M’inde aklanarak hasıraltı edilmesi,
seçmeni hiç ırgalamadı. Seçmen daha başka verilerin etkilemesiyle tercihini
kullanmışa benziyor. Bunlar neler olabilir?
Her şeyden önce kin ve
intikam hisleriyle hareket edilmemesini ve kararlarda aklın hâkim olmasını
istiyor diyebiliriz.
İyi ama yolsuzluklar
soruşturulmayacak mı? Tam da bu işlemin, hırs, kin ve intikamdan arındırılarak,
yasalara uygun, makul hâkim ve savcılar eliyle yapılması gerektiğini telkin
ediyor seçmen. Üstelik soruşturmalara hayatiyet verecek çoğunluk, birbiriyle
maalesef zıt fikirler içinde. Her üçünün aynı fikir etrafında toplanması
oldukça zor görünüyor. Şartlanmışlıklar, ön yargılar toparlanmayı engelliyor.
Geçmişi, düşmanlıkları bir kenara bırakarak ileriye bakmak ve planlamaları ona
göre yapmak çok zor. Nitekim bir parti, diğerini ‘yok hükmünde’ gördüklerini belirterek, ilk baştan
yolları kapamış bulunuyor. Çözümün tıkandığı nokta diyebilir miyiz? Böyle
olması ‘şartını en baştan
söyleyenden korkmamalı’ mantığını ortaya getirir. Açık
yüreklilik alınacak yolda samimiyeti ifade eder. En azından diğer tarafında,
nerede, nasıl hatalar yapıldı ki, böylesi bir engel önüne konulduğunu
düşünmesine fırsat verebilir. Samimiyetin bir ifadesi olarak alınır ve
değerlendirilirse, yola koyulmada bir engel olarak görülmeyebilir.
Eldeki malzeme bu. Yeniden
çarşıya çıkıp farklı malzemeler almak imkânı da şimdilik yok. Öyleyse, bu
malzemelerle yemeği pişirip yiyeceğiz, başkaca bir ihtimal yok.
Kolay başlayan işler,
yeteri kadar düşünülmeden, planlanmadan, araştırılmadan başlayan işler yarıda
kalırsa daha büyük felaketler yaşanabilir. Bu zıt fikirler bir fırsat, başarı
için de bir mutlak gereklilik olarak kabul edilebilirse, başarmak için geriye
olumsuz bir şey kalmaz. Zaten tüm hayatımız bu zıtlıklar içinde bir savaş değil
midir? İnsan kendi başına bile zıtlıklar ülkesi değil midir? İyilikle –
kötülük, savaş ile barış, siyah ile beyaz daima bir anda iç içe değil midir? Bu
zıtlıkların çözümü ve dinginleşmesi sayesinde değil midir varılan başarılar?
Maharet buradan başlar. İki
zıttı bir olarak algılayıp, başarıya koşmak, hedefe ulaşmak. Birlikte, bir olan
zaten birdir, burada sorun yok, çatışma yok. Arif odur ki, zıtları birleyerek
hedefe yürür. Yoldaki engelleri zıtların sayesinde açık olan gözü ile görür,
basireti ile hisseder ve engelleri kaldırır bir bir. Başarı burasıdır. Zıtlarla
birlikte yaşamak çatışma içinde ömür tüketmek değil, zıtları barıştırmak ve
birlemek.
Zaten ‘her şey zıddı ile kaim’
değil midir? Bunun idrakinde olarak çalışmaya başlanılırsa, yardımcı Allah
olacaktır.
Kaos gören göz, kaosu
yaşıyor demektir, huzuru gören göz huzuru. Huzur ise ‘lütfunu hoş görürken, kahrını da hoş görmek’ten
geçer. ‘Kahır’
ise, insanın içindeki kavganın barışa erememesidir. ‘Lütuf’ ile ‘kahır’ özelliklerinin tesiri insan içinde,
derinliklerde yaşayan ikiz kardeş gibidir. Kardeşlerin çelişkisi, ev halkındaki
gelişmeye tekabül eder. Sır çözülünce geriye sade ‘Huzur’ kalır. Bu nokta ise ‘feth’in
sonudur. Fethin padişahına da ‘Fatih’
denir.
Öyle demezler mi, “insanın kendine yaptığını, düşmanı yapmaz”
diye.
Şu kısa dünya hayatında,
hiçbir sebep kavgaya değer değildir. Ta ki, ne istediği, ne yapmak istediği
anlaşılsın. Bize göre yanlışları, eksiklikleri söylenir ve bir noktada birlik
kurulur. Arzu edilen de budur.
Ahmet Bican Hoca’nın da
belirttiği gibi; önümüzde duran en önemli konu, “vatanın bölünmezliği, ülkenin bütünlüğü konusudur. Ana dilde eğitim,
demokratik özerklik, federasyon… Bunların hepsi ülkenin parçalanması
vatanımızdan bir kısım toprakların ayrılması anlamına gelir.” HDP’nin
amaçlarıdır Hoca’nın belirttikleri. Bu hedefleri savunan siyasal grubu kontrol
altında tutmanın önemi günden güne önem kazanmaktadır. Bunun içinde, onları
kendi bildikleri yönde serbest bırakmak değil, zapturapt altına almaktır.
Onlara uzak kalmak değil, olabildiğince yakınlaşmaktır. Zaten fiziğinde genel
kuralıdır: “Zıt kutuplar birbirini
çeker.”
İş o ki, bu çekiş kuvveti
sevgiyle, barışla, uzlaşmayla buluşsun.
İbn-i Arabî Hazretlerinin
şu kelamını yazmadan geçemeyeceğim: “Yumuşaklık
ve inceliğin, katı ve kaba olana nispetle daha kuvvetli olduğunu gördüm.”
Şuna kesin olarak inanırım:
Türk düşmanlarının en büyük korkusu, büyük uzlaşmanın -yumuşaklık
ve incelikle- sağlanmasıdır
ki, 1920’lerde başarılan da buydu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder