Dağdağası pek kuvvetli son
iktidar yıllarında, meydana gelen tüm kargaşanın müsebbibi de tamamen kendileriydi.
Güçlü ve organize olmuş medya ordusu, devletin iletişim kanallarının
yandaşlardan müteşekkil hale getirilmesi ve menfaat temini yoluyla yanlarına
çekilen yığınlar ve bunların tamamının ortaklaşa yaptıkları çalışmalar, halkın
kulaklarının sağır olmasına yol açmış, gözlerinin önünde gelişen, yıkıcı,
bölücü, kamu düzenini raydan çıkartıcı hadiselere bile kayıtsız kalmaya devam
edegelmişlerdir.
Kendilerini destekleyen
geniş halk kesimlerinin, desteklerinin devam ettirilmesinin koşulu olarak
görülen, yüksek sesle haykırmak, muhaliflerine ağıza alınamayacak cümlelerle,
sinirli ve ısrarcı bir şekilde bastırmak gerekiyordu. Tüm diskurlar,
karşılarındaki cahil bırakılmış, fakirlik ve açlık sınırında yaşayan halk
kesimlerinin avlanması ve onların desteklerinin devamını sağlamaya yönelik
ayarlanmaktaydı.
Kullanılan politik araçlar
öteden beri, mağduriyete dayalı ve dini çağrıştıran kavramlardan oluşuyordu.
Organize olarak ve elbirliği ile öylesine ustalıkla veriyorlardı mesajlarını
ki, yaptıkları hukuksuzlukları, kanunlara ve ahlaka mugayir iş ve işlemleri,
destekçilerine, “-vardır bir hikmeti”
düşüncesini yerleştirerek, duyulmamasını, görülmemesini sağlıyorlardı. Sezar’ın
Hakkı Sezar’a derler ya, doğrusu çok da başarılı oldular.
Dediğim gibi, başarıda ilk
şart: halkın cehaletini dikkate almak ve fakirleştirerek, zenginleşme umudunu
diri tutmak.
Satılan tamamen hayallerden
ibaretti. Oyun, hayal üzerine, hayallerin canlı tutulması üzerine kurulmuştu.
Zaten, bu dünya bir
hayalden ibaret değil miydi? Hayal sahnesinde sanatçı hayal satmıyor muydu?
Saray yapımı ve taşınılması
sert eleştirilere sebep olmuş ve ülkenin genelini kaplamışken bu tenkitler,
büyük bir pişkinlikle “-Saray’ın
bahçesine bir caminin yapılacağını ve halka açık olacağını”
bildirmesi, taraftarları arasında eleştirilerin yoğunluğunu düşürdü. Tıpkı buna
benzer, yolsuzluklarla anılan evladının vakfına ait bir öğrenci yurdunun
açılışında, “-Siz mini etekli deyin
durun, biz burada dinine bağlı gençler yetiştireceğiz”
lafı da birbirine çok benziyordu. Mızrakların ucuna, Kur’an’ı Kerim
sayfalarının takılmasından farkı olmayan cümleler. Hâlbuki gerçek ahlak,
değerleri siyasete bulaştırmamak olmalıdır.
Çelişki şudur: söylem
olarak öteler, hayat tarzı olarak dünya. “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için” buyruğu,
tam anlamıyla uygulanırken, “Yarın
ölecekmiş gibi ahiret” buyruğu yalnızca sözde kalmaktadır. İslamî
yaşantı olarak, halkın gözü önünde kılınan Cuma namazları ve kameralarla
birlikte yapılan mezarlık ziyaretlerinin ötesine geçilememektedir. Ve bu durum,
onarılmaz hastalıklara gark etmektedir ilgilisini. Çünkü yanlış belletilen ‘modernizm’
tuzağına
düşürülmüştür. Söylemde uhrevi âlem varsa da, servet içinde yüzerken,
dünyalıklar peşinde mal yığarken esasında uhrevi âlem soyutlanmış ve adeta bir “dünyevî
cennet ideali yaratılmıştır.”
Böylece ahlak, “araçsal
bir yapıya” dönüştürülmüştür. Daha çok kazanç, daha çok
hâkimiyet arzusu, toplum ile topluluğu ve topluluğu ile kendisi arasında
çatışmalara sebebiyet verebilecek boyuta ulaşmıştır. Bu durum, halk için
tehlike işaretidir. Yukarılardaki idareci zihni bunalımlar yaşarsa, toplumun
geleceği de bu buhrandan payını alacak ve eziyetler içine düşecektir.
Çatışmanın sonlandırılıp, rahata ve huzura dönülmesi elzemdir.
Saltanat isteğine kadar
varacak düşünce egzersizleri, çoğu mecralarda dillendirildiğinden, dikkatlerin
çekilmesi ve uyarmak aydınların asli görevidir.
Günümüzde herkesin, en
büyük yararı elde etmeye çalışması devri yaşanıyor. Birisinin yararına olan bir
edinim, diğeri için zarar niteliğinde olabileceğinden, toplum içinde derin
çatışmaların önü açılmış olacaktır.
Din, ahlak söylemiyle başta
bulunanlar, öncelikle kendilerini kontrol edebilmeli, toplumun iştihasını frenlemelidirler.
Doymak bilmez iştiha kapısı bir kere açılmaya görsün. Kapamaya,
üniversitelerin, ilim adamlarının, hacıların, hocaların gücü yetmez.
Suyu, akağına doğrultmak
zamanında yapılmazsa, sel felaketinin önü alınamaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder