Hâlbuki benim gibi sıradan
birisinin imanı ile İnsan-ı Kamil’in imanı arasında fark var. Ben duyduğuma,
okuduğuma, arkadaşlarımın anlattığına inanırım. Onlarınki farklıdır.
Öyleyse, psikiyatristler
arasında da farklıklar olmalı.
Tıpkı, herkesin kalbinin
farklı farklı tonlarda çarptığı gibi. Kan nereye lazımsa oraya pompalar akıllı
kalp. Lüzumsuz akaklarda heba etmez gücünü. Zira yöneten güç, beyindir. Beynin
çalışma gücü ise, kiminde beklemeyi, kiminde koşturmayı gerekli kılar. Bu da
imanın bir yansımasıdır. Her ikisinin de imanından bahsediyoruz. Tercih et
desek, bekleyenin mi, koşturanın mı imanını alırdınız. Doğrusu burada,
beslenecek ve büyütülecek kendini beğenmişlikten değil, tam tersi alçak
gönüllükten bahsedilebilir belki. Kendini beğenip, üstüne kendisini herkesten
ala görmek hastalık gibi bir şey.
Komutanın emriyle, “bir
dakika sonra öleceğini bile bile”, ölüme atılmak
derecesiyle, kayanın ardında kafasını kuma sokanın iman derecesini bir
karşılaştır hele. Doğrusu bir iman ölçer de yok elimizde. Lakin kişinin
yüzünden bellidir, konuştuğu cümlelerden ifşa eder kendini, giyimi-kuşamı,
toprağa incitmeden basışı, karşıya duyduğu sevgi-saygı hep belirtileridir
onların. Ancak, bir var ki, ancak onlar ‘bir birlerini tanırlar’.
Gerisi, laf-ü güzaf.
Oldum olası şu imtihanları
sevemedim gitti. İmtihana değil, yetişmeye odaklanıp, yapılması gerekenleri
bunun üzerine bina etmeli insan, bunun üzerine kurmalı geleceğini. İmtihansa,
imtihan. Sırası, zamanı gelince bir sorgucu çıkar, veririz cevaplarını. Yeter
ki, hazırlık aşamasını hakkıyla geçelim, yorularak, ırılarak, kırılarak.
Hazırlık, dendi de; “-ne
hazırlığı” sorusunu duyar gibiyim. Ne olacak canım efendim,
imtihanlardaki çıkacak sorulara doğru cevaplar verebilmek için, oturup çalışılmaz
mı, oturup hazırlanılmaz mı? İşte ondan bahsederiz. Ki, Oku’mak en baştaki
yapılması gerekendir. Oku’mak!.
“-İyi, okumak da, neyi?”
Neyi, sorusu yanlış oldu
azizim. Eline bir kâğıt, bir kitap verecekler de onu okuyacak halin yok.
Hatırlayınız, Hz. Muhammed mağarasında derin tefekkür halindeyken teşrif eden
misafiri ne getirmişti de, -“Oku” demişti? Ama
Oku’muştu Nebî!. Ne’yi, değil. Kendisini Oku’muştu. Gönül kitabını Oku’muştu.
Bu eylemin, ne zamanı
vardır, ne mekânı. Ne bekleneni vardır, ne bekleyeni. Her daim, biteviye,
durmaksızın, aralıksız bu eylem üzere olmak, bu eylemi gerçekleştirmek üzere
olmak istenendir. İşte yapılması gereken, işte istenen.
Ne o, bomboş bekleyen
bizler… Neyi bekliyoruz? Kimi bekliyoruz? Koşturmamız lazım gelen yerde!
Dikkat! Konumuz sevgidir.
Saptırmayalım, sapıtmayalım
ve yoldan çıkmayalım. Yolumuz sevgi yolu, hedefimiz sevgidir. Gerçi kimine göre
yolundan çıkmadan da bu yola girilemez ya!.
Geçenlerde bir sohbetten
kulağımda şunlar kalmış;
“Ya, seçilenlerden olacaksın, ya elenenlerden…”
Elenenlerden olmamak için
lazım gelen ne ise, arayıp bulmak görevimizdir. Dünyaya gelirken yüklenilen
görevi.
Öyle, bomboş, bir yerde
hareketsiz beklemekle ömür gelip geçerse, elenenler içine düşüleceği de
tabiidir Allahualem..
Allah Muhafaza…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder