Şimdi, bırakalım eller ne
düşünüyor, eller ne yapıyor, içimize dönelim, kendimize yönelelim, düşüncemizi
içe odaklayalım.
Birbirini kıran insanlar
topluluğunun düştüğü hazin durumun sebeplerini kendimizde arayalım.
Düşünebiliyor musunuz, bir Müslümanın beline bomba bağlanıyor ve Cuma Namazında
tıklım tıklım olan bir Camiye giderek, bombanın pimini çekiyor, kendisini ve patlama
anına isabet etmiş onlarca Müslümanı katlediyor. Bu nasıl bir akıl
tutulmasıdır, bu nasıl bir geriye gidiştir?
“… Her inatçı zorbanın emrine tabi oldular” (Hûd/59).
Adaletten kopuşun öz
anlatımı. Gerçekten uzaklaşılarak, tabi olunan ‘zorba’nın emirleriyle hareket
etmek ve ona tabi olarak hayatı şekle-şemale sokmaya çalışmak, en başta
adaletsizliktir. Aynı sure 97. Ayette ise “Firavun’un emrine tabi oldular” buyurulur.
Şuara Suresi 150, 151 ve
152. Ayetler ise kesin sonucu ilan eder ve hükmünü verir:
“O halde Allah’tan (kesinlikle yaptıklarınızın sonucunu
yaşatacağı için) korunun ve bana itaat
edin.”
“Yetkisini aşanların emrine itaat etmeyin.”
“Ki onlar (yetkilerini aşanlar) dünyada insanları yanlışa yönlendirirler; düzeltici olmazlar”.
Demokrasilerde meclis, en
büyük danışma, müzakere, tartışma ve karar alma mevkiidir ve işini yaparken,
kimseden emir almaz, kimsenin talebini dikkatte bulundurmaz, kararını verirken
her bir meclis üyesi vicdanı ile yapayalnız olmalıdır. Kararlarını verirken,
dini, inancı, ırkı, ideolojisi onu asla ilgilendirmez. Onları o yüce çatı
altına gönderirken zaten millet gerekli incelemeleri yapmış ve nasıl karar
almaları gerektiğine vaktiyle karar verilmiştir. Milletin menfaati, insanlığın
saadeti, kamu malının yerine harcanması gibi hedefler ulaşılacak tek gayedir. Birilerini
memnun etme gibi bir hedef ve görev asla olmamalıdır.
Bu demektir ki, kararlar
bir kişinin dili ucunda değil, topluluğun ortaklaşa varacakları yapılacaklar
listesidir. Bu imkân kenarda dururken, bir kişinin kendinde yetki görerek
kararı alması ve danışma kuruluna bu kararı çıkartmalarının dayatılması en
büyük zulüm ve adaletsizlik olmalıdır. Kanunlarla tanınan yetkiler dışına
çıkılarak, kendisini tatmin üzere, etrafını nemalandırmak üzere alınan
kararlar, bilinsin ki, bir gün gelir geri döner, ters teper ve intikamını
kendisi eliyle hazırlar. Yanlışların en büyüğü budur. Her Firavun kendi
yanlışlarından sebep tepe-taklak olmuştur.
Yazılan bütün seçim
beyannameleri, büyüklerin öğütleri, siyasetnameler hepsi hepsi, “halka adaletle muameleyi, huzur ve
güvenliği sağlamak” üzere kaleme alınır. İşleri liyakati
dikkate alarak teslim edilmesi, kamu zenginliğinin dağıtılmasında en ücra
köşedeki fakirin hakkının da dikkate alınması, komşularla iyi ilişkileri
sağlarken, ara bozuculuktan kaçınmak, zamanın ilmi gelişmelerine uygun eğitim
programlarının yapılması, sağlık ve güvenlik gereklerinin en üst seviyede
hazırlanması ‘huzur ve güvenliğin’ sağlanmasında en önemli gidilecek
yollardandır.
Adaletin sağlanması, adalet
arayışı suçluya hak ettiği cezayı vermektir. Suçlu elini kolunu sallayarak
dolaşırsa, masumlar köşelerine çekilip, ah edeceklerdir ki, bu aha
dayanabilecek bir beden (mülk) tahayyülü zordur.
Çünkü “Mülk, Allah’ındır.” (Al-u
İmran/26) Tasarruf, insan eliyle olduğundan ve başkasının mülkü
üzerinde, kanunların, hükümlerin, insanlık menfaatinin haricinde tasarrufta
bulunmak, ne manaya gelir? Var, bunu da sen anla.
“Aziz” de eder, “zelil” de. Ve bu imtihan “Mülk verdikleri” üzerinde
olmaktadır. ‘Mülk’ü
devlet olarak da anlayabiliriz.
Adalet, devletin oturduğu
en mühim sütundur. Bozmaya gör. Evvela bozanın başı beladan kurtulmaz. Kişi,
kendi kazdığı çukura düştü derler ya, işte mana budur.
Mehmet Kınacı:
YanıtlaSil"Berlin'de hakimler var." diyen KEFERENİN karşısına ANKARA'da hakimler ve adalet var,diyemeyen ve bunu dert edinmeyen bir toplum SÜRÜNMEYE ve tabii sonunda BATMAYA müstehak.....PARA ALLAH olunca,gerisi laf ü güzaf olmakta...