Öyle değil mi?
Nice sultanlar geldi geçti,
nice krallar, nice padişahlar sürdüler saltanatlarını, nice ihtilallerin
altında ezildi milyonlar, nice devrimciler karşısına dikildi karşı devrimciler,
ölen öldüğü ile kaldı, ezilen ezildiğiyle. Lakin bunlara kimseler dokunamadı.
Her devirde, her zamanda, her idarede onlar hep baş tacıydı.
Benim yazı buraya kadar.
Şimdi Falih Rıfkı Atay’ın, Batış Yılları isimli kitabının, ek bölümünde yer
alan dalkavuk isimli makalenin bir bölümünü birlikte okuyalım.
Sakın ha unutmayınız,
yazarın mesajını bir yerlere not ediniz, lazım olacak:
Buyurunuz:
****
Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile beraber zaferin ilk günlerinde İzmir’e
Mustafa Kemal’i görmeye gitmiştik. Herkes ‘biten bir şey,’ bir savaştan
kurtulma hafifliği içindeydi. Yalnız O:
-Asıl işe yeni başlayacağız, diyordu.
-Asıl düşman orada, diye İzmir’in arka mahallesinden Sovyetler Birliği
sınırlarına kadar bütün Anadolu’yu kaplayan geriliği ve gericiliği
gösteriyordu. “Padişah benim!” dese, herkes eteklerine sarılacaktı.
O ise elindeki yüzde yüzü gerçek kurtuluş savaşı uğruna tehlikeye
koyacaktı. Yarın hiçbir iş yapmamışa dönecekti. Bütün Anadolu köylerinde onun
dinsizliği söylenecekti. Biraz sonra, düşman elinden aldığı bu şehrin
sokaklarında onu öldürmeye kalkacaklardı.
Yalnız o zaferin her şeyi bitirdiğine inanmıyordu. Bir ültimatomla
İngiliz donanmasını limandan kovabiliyor, fakat yine de kurtulduğumuza
inanmıyordu. Kapitülasyonları kaldırıyor, bağımsızlığa kavuştuğumuza
inanmıyordu.
Anadolu bir Asya parçasıydı. İçinde oturan vatandaşlar, maddi manevi,
Asya gerileri arasındaydılar. Bu topluluk bir Batı topluluğu olmadıkça her şey
boşunaydı. Bu zafer de son Osmanlı yüzyıllarının nice zaferleri gibi, harcanıp
giderdi. Biz medeniyetçe kurtulmalıydık. Biz toprağımızdan fazla kafamızı ve
vicdanımızı kurtarmalıydık.
Bütün devrimciliğin felsefesi buydu.
****
Hiç kimsenin yapamayacağını yaptı adam. Hiç kimsenin yıkamayacağını
yıktı adam. Bütün yolları açtı bize. Bütün engelleri kaldırdı yolumuz üstünden!
Derken kuvvet ve ikbal demokrasi ile halka geçti. Ne görsek
beğenirsiniz: Nasıl 1923’te bütün gericiler ilericilerin dalkavuğu olmuşlarsa,
bu defa, formasyonları bakımından, ilerici olması gerekenler gericiliğin
dalkavukları kesildiler.
İşte biz on yedi yıldan beri kara yığın dalkavukluğunun cezasını çektik
ve çekiyoruz.
Bu memlekette hiç kimse Kuran Okulu denen iskandalin akıl yatırır bir
gerekçesini bulamaz. Eğitim birliği gibi temel devrimlerden birini temelinden
sarsan bu bid’ate hepsi, sözde Atatürk’ün partisinden olanlar bile göz
yumarlar. Dalkavuklar! Ağızları öğle yemeği rakısı kokarak oruçları üzerine
yemin edenler!
Hani 1923’te;
-Tek ödenek alalım, hükmedelim de Mustafa Kemal isterse kara kitabı da
kaldırırız, diyen sarıklı dalkavuklar yerinde, şimdi tek koltuğa kurulsunlar da
ödenek alsınlar da, devlet arabasına binsinler de, medreseler açılsa
umurlarında olmayacak olan bıyıklı, tıraşlı, başları silindirliler!
1923, 1962… sanki 39 yıl ileri değil, 39 yıl daha gerideyiz.
İdeal ve irade adamlarına haber vereyim: Bunlar korkaktan korkaktırlar. Yarın
ilerleme davası yeni savaşçılarına kavuştu mu, hepsi başlarını göbeklerine kadar
eğecekler:
-Aman efendimiz, ne emir buyurursunuz diyecekler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder