Eğer bitirebilirsem planladıklarımı,
rahat ve derin bir uykunun ardından gözlerimi açtığım vakit, daha iyi
düşünerek, daha iyi idrak ederek, daha
iyi anlatmaya hazır olarak kahvaltı masasına oturacak ve dünyanın en mükemmel
zevki sabah atıştırmalarını bir saat süre ile yapacaktım. Alışkanlıklar ve
zorlamaların sebep olduğu lüzumsuz görevler cenderesinde boğulmak üzereyken,
bir başka, yeniden başka bir işle görevlendirilmiş olmam, asla kırılganlıklara,
üzüntülere sebep olmamıştır. Yapabilirim. Güçlüyüm. Ayaktayım.
Problem şuradan çıkmıştı:
tarif ettiği yer, gül bahçesi ayarında anlatılmıştı. Biliyorduk ki, değil gül
bahçesi, bizce bataktı. Tarif ettiği ‘istikamet’ ise, bataklığın dibiydi.
Ya, bulunduğu yerin ‘batak’
olduğunun farkında değilse?
O zaman istikametin de
farkında değildir.
Öyleyse,
Ne tarafa gideceğinin bir
ehemmiyeti yoktur.
Bulunduğu yerin en iyi yer
olduğunu, kendi aklının en büyük akıl olduğunu iddia ederek yaşamak,
mutlulukların en iyisidir.
Fakat filozofik akıl rahat
durmuyor ki, ille de bir iğne, ille de bir sopa gösterip, yön buldurmaya
çalışır.
İyi de ediyor bence. İyi
ediyor. Fakat sıra iğneyi çuvaldız, sopayı da demir çubuk yapmanın zamanı olsa
gerek.
Uyanmıyor, uyanamıyor bir
türlü.
Olsun.
Yine de,
ben kârlıyım. Her ne kadar, yorgunluktan gözlerim kapanacak olsa da, kâr haneme
yazdıklarımın farkındayım. Hani epeyce zaman önceydi. Karlı ve eksilerdeki hava
sıcaklığının olduğu bir gün. Ayakkabılarının altının olmadığını anladığında,
dudakların titremiş, bu nasıl olur sorusunu sormuştun. Dalıp gitmişti gözlerin.
Bir-kaç
gün sonra, yine aynı yerde, yeni potinlerini giyinmiş halde gördüğündeki
sevincini hatırlıyor musun? Ne güzel geçmişti o gün, mutlulukla.
Küçük şeylerden mutlu
olabilme sanatı, herkese tedris edilmeli. ‘Mutluluk oyunu’ değil bu. Duyumsama,
onun gibi olabilme, onunla yer değiştirme ve o olabilme. Talepler karşıyı
incitmeden de anlatılabilir. Kırmadan, dökmeden. Hayatımızdaki karışıklıklar,
karşıya değer vermemekten kaynaklanıyor. Karşıya değer vermemek, kendine değer
vermemekle eş anlamlıdır anlayana. Her zerreden işleyenin Hakk olduğu bilindiği
vakit, sorunlar çözülüyor. Sıkıntılar def ediliyor. Genişlik sağlanıyor. İzan
keskinleşiyor. Basiret açılıyor.
Şimdi sıra, bir dostuna,
belki de hiç tanımadığın birine dua etmekte.
Şu içine düştüğümüz duruma
bir bakın. Savaşlar, bombalar, kırıp dökmeler. Neler oluyor diye bir soralım.
Neler oluyor? Vuran kim, vurulan kim? İkisi de ‘Allahuekber’ söylüyor.
Gerçekten neler oluyor?
Hiç istememekle
başlayabiliriz. Hiç istememek fakat karşı için durmaksızın istemek. İşte
yücelik burada. Sonunda mutluluk da burada.
Köle, özgürleştikçe ayaklanma
başlatır. Sistemin değiştirilmesi değildir mesele.
Kölelik zamanlarında
kendisine verilen ekmeği arar.
Özgürlükte kendisi
kazanması lazımken, bunu beceremez. Efendisinden ekmek dilenmesi, ona karşı
ayaklanma isteğindendir.
Bu durum, Türkiye’nin Güney
Doğu’sunda görülmüştür. Toprak dağıtılan köylülerin, topraklarını ‘AĞA’lara
geri sattığı durumlar vakidir.
Bir başlarına asla becerili
değillerdir. Ağa olmadan yaşamaya ayaklanma başlatırlar ve sonunda köleliği
(maraba) yeniden bulduklarında mutlu hayatları tekrar başlar.
Bu itibarla Türkiye gibi
ülkelerde ilk yapılması gerekenlerin en başında, tarım reformu gelmektedir.
Ailelerin, köylülerin ağaya, şıha bağlı olarak yaşamalarının önü kesilmelidir.
Bunu siyasetçiler
istemezler. Çünkü sekiz-on köy sahibi bir ağayla anlaşarak, ahalinin tamamının
(firesiz) oylarını almak, siyasetçinin işine gelmektedir. Topu topu bir ağayı
avlayacak, hoop, tüm oylar ona, ne güzel değil mi?
Ah, özgürlük!.. sen
neymişsin bee!..
Yolculuk bitse de yol
bitmez, daha gidilecek upuzun bir yol vardır. Yolculuk da bitmemiştir, biraz
mola vermek dışında. Etrafı gezip görmek, biraz soluklanmak, karıncalanan
ayakları dinlendirmek gibi kısa bir zaman beklemeleri. Sonra, devam yola, yolda
yolcu olmak, en güzeli.
Menzil, sonsuza doğrudur.
Kızıl Elmaya ulaşmak mümkün mü? Hayır. Menzil, kızıl elmadır. Ulaştığın nokta,
sonraki hedefin başlangıcıdır.
Yorulmak yok, kırılmak yok,
pişmanlık yok..
Ne kadar yol aldığın değil
önemli olan,
Yolda gitme azminin kırılıp
kırılmadığıdır. Daima ileri, daima yükseklere, daima hedefe.
Atatürk’ün verdiği hedef en
doğru hedef olmalı bizim için:
“Yüksel Türk, senin için yüksekliğin hududu yoktur! İşte parola budur”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder