4 eski Bakan’ın Yüce
Divan’a gönderilmesi-gönderilmemesi konusunu (sözde) soruşturan Meclis Araştırma Komisyonu,
Bakanları Yüce Divana gönderme eğilimindeymiş. Başbakan bunu öğrendiğinde
Bakanlara; “Kendiniz gitmek
istediğinizi açıklayın” demiş. Bir Bakan’ın “AK Partiyle ilgili çok sayıda bilginin
ortaya saçılacağını” söylemesi üzerine Davutoğlu: “Saçılacaksa saçılsın” demiş.
Bunun üzerine Bakanlar
Saraya gitmişler, görüşmeleri sonunda Komisyonun da fikri değişmiş. (Bilgiler
Deniz Zeyrek’ten)
****
“Ekrem, 1987’de Üniversiteyi bitirmiş, yüksek eğitiminde ülkücülüğüne
dair hiçbir bilgi yok; güya öğretmenlik de yapmış, ama bunu da bilmiyoruz.
Fakat 1993’te, tam İslâm’ın siyasallaştığı zamanda, şansı açılmış ve Zaman
Gazetesi’nde işe başlamıştır. 3-4 yıl gibi kısa zamanda kendini ispat ederek
ABD’ye gitmiş ve burada yüksek lisans yapıp, küresel siyasetle donanınca
2001’de Zaman’ın Genel Yayın Müdürü olarak “Hizmet Hareketi”nin ilk adamı
haline gelmiş. Allah herkesin talihini açık etsin!”
(Ali Bademci)
Demek ki,
Türkiye’de bir başarıyı
yakalamanın ilk şartı, ABD’ye gidip, eğitim almakmış.
Şimdi, oraya kimler gitmiş,
ne eğitimi almış, Türkiye’ye dönünce hangi işlere dalmış ve başarılı olmuş!
Araştıralım bakalım, evvela kabineden başlayalım. Kimler, kimler ABD (NATO)
eğitimli?
Hepsi çıkarsa şaşmam.
****
“Saray’dan gelen talimat üzerine
Bağış’ın kurtarılması için vekiller üzerinde baskı kurulmuş.” (Ahmet
Ünal)
Böyle olmak zorunluluğu
var. Bağış, ABD’nin (Bush) özel olarak
yerleştirdiği baş aktördür. Korunması oraların isteğidir.
****
AKP Balıkesir Milletvekili
Tülay Babuşçu, “600
yıllık İmparatorluğun 90 yıllık reklam arası sona erdi" demişti
ya,
İki gün sonra yine sosyal
medya hesabından uzun bir açıklama yapmıştı, hatırlarsınız.
O açıklamanın kendi
kaleminden çıktığını var sayarsak, ilk mesajın kendisinin olmadığı kanaatine
varırız. Her iki mesajın üslubu farklı. Ayrı kalemlerden çıkmış gibi. Bir de
tahmin yapmak lazım: ilk mesajın yazarı hakkında iki kişiyi söylemek
ihtimalimiz vardır: 1. Yalçın Akdoğan, 2. Mehmet Metiner: çünkü her ikisinin de
İslamcılık damarı kuvvetlidir, yani her ikisi de Cumhuriyet karşıtıdır, PKK
yanlısı olduklarını da tespit etmelidir.
Kendini kullandırmaya hazır
milyonların bulunduğu topraklarda, biraz kıvırmalarla yapamayacağınız yoktur. (Kıvırma
burada menfaat temini anlamındadır.)
****
“Çatışma ise kırsaldan çok şehirlerde gelişerek, yaygınlaşabilir.”
(Nejat Eslen)
Kırsaldaki çatışmalardan
kamuoyunun haberi olmuyor, medya baskı altında. Şehirlere yayılma istidadındaki
terör eylemleri, başka bir örgüte üstlendirilerek kapatılmaya çalışılıyor. Ne
hikmetse, hemen de o örgüt üstüne alıveriyor! Renkli medyamız da büyük
harflerle o örgütün adını aralıksız tekrarlıyor.
İşte son halimiz budur.
****
Canlı bomba Ramazanova’nın
üzerinde bir belge çıkıyor. Bu belgeye göre terörist IŞİD militanı. Hatta Ahmet
Takan şöyle yazmıştı, “Sağlam
ve de güvenilir MİT kaynaklarından aldığım bilgilere göre Sultanahmet’teki
canlı bomba eylemi kesinlikle IŞİD saldırısı.”
Garip bir durum var:
yetkililer IŞİD üzerinde hiç durmuyorlar, onların adını bile anmıyorlar.
Şimdilerde (DEAŞ) diye sesleniyorlar. Sanki yeni bir örgüt ve Allahuekber
diyerek kelle kesenler onlar değil. Bu çarpıtmaya neden gidiliyor öyleyse? İlk
kafa karışıklığını mutlak surette en tepede oturan yapabilir. Kural budur.
Ve kabul edilmeli ki, yobaz
sürüsü sadece memleketimiz ve milletimiz için değil, tüm dünyanın başındaki en
büyük beladır. Lakin bizimkiler kabul etmiyorlar.
****
Ömer Sağlam, milletvekili
hayalleri kuranların, rüyaları görenlerin Ankara otellerini doldurduğunu yazdı.
Ne çok milletvekili olmak isteyen varmış öğreniyoruz.
Problem de burada değil mi
zaten? Adam memleketinden kalkıp genel merkezlerin bulunduğu ilde çadır kuruyor
ve genel başkan ile görüşme programları hazırlıyor. Belli ki, parasını,
çevresini, ticaretini, sanatını anlatacak.
Bırak kardeşim, bırak. Sen
kendini anlatmayı bırak. Seni, halkın anlatsın, onlar kuracakları bir komite
ile gelsinler, partilerin kapılarını aşındırsınlar ve seni milletvekili olarak
görmek istediklerini söylesinler. Biz buna tabii seçim diyoruz. Bu fikrimi
söylediğim de Sayın Sağlam şunları söyledi: “Şimdi devir değişti, eskiden görev istenmez verilir ilkesi
geçerliydi, şimdi ise, ağlamayan çocuğa mama verilmez bile değil, süt vermeyen
ineğe saman verilmez ilkesi geçerlidir. Bilgi, beceri, kabiliyet, liyakat ise
sütten sayılmıyor günümüzde.”
Ne denir, böyleyse (ki,
böyle) bu milletin kurtuluş ümidi yok demektir. Buna ümitlerin kediye
yüklenilmesi denebilir.
Kural şu olmalı:
milletvekili aday-adaylarını halk seçerek partilere bildirmeli ve partiler de
aralarından seçim yaparak, ön seçime götürmelidir. Bunun başarılmaması halinde
siyaseten istenen yerlere gelinebilmesi mümkün görülmemektedir.
****
Notlarımız bu kadar.
Karşılıksız hizmet
niyetiyle göreve soyunanların, Allah yardımcısı olsun.
İlhan Yalçın :
YanıtlaSil'Olmaz' diyemediğim bir not da ben ilave edeceğim Hocam: Başta Ekrem, olmak üzere 'paralel yapının şimdi mağdur olarak sunulan has elemanları MHP'den milletvekili (hem de seçilecek noktalarda) gösterilecekmiş.
İnanamıyorum ama, "olmaz" da diyemiyorum.
Olmaz'ın yanındayım, olmaması gerekenin. Olursa, doğrusu ne yapacağımıza o zaman karar veririz. Bu doğrudan intihar olur. Bekleyelim, görelim.
Sil