Sanırım şöyle yapıyorlar:
Bir düzenleyici masa var,
bu masanın bir köşesinde büyük akıl oturuyor. Masanın üyeleri topladıkları
bilgileri, yorumları kısaca özetliyorlar. Konu hakkında fikirlerini
söylüyorlar. Büyük akıl o konu hakkında nasıl davranılması gerektiği, neler
söylenilmesi gerektiği hususunda karar veriyor.
Artık, üyeler ve o masaya dâhil
olanlar büyük aklın verdiği kararın dışına çıkamıyorlar. Nasıl bir yol
göstermişse, nasıl bir yöntem tayin etmişse, hangi konunun hangi cümlelerle
anlatılacağını belirlemişse kimse, hiç kimse bu karardan dışarı çıkamıyor.
Biatlı her üye büyük aklın cümlelerini, ezberleyerek daima onu tekrar edip
duruyor.
Bunlar benim zannım.
Doğruyu bilenler açıklama getirebilirler.
Dikkat edilirse, anlatılan
yöntem küresel güçlerin çalışma ve eyleme geçme yöntemidir. Etkilerine
aldıkları devletleri de böyle yönetiyorlar. İçeriden devşirdikleri ilim adamı,
gazeteci, yüksek bürokrat kisveli kişileri öylesine çaktırmadan yöneltiyorlar,
öylesine profesyonelce idare ediyorlar ki, inanmak güç. Belki bizlerde vaktiyle
o akla göre hareket ediyorduk, belki hala onların tesiri altındayız. Yani,
demem o ki, çaktırmadan, belli etmeden istedikleri yönde yöneltip, isteklerini
yaptırabiliyorlar. Kimse, kendini bağımsız hareket ediyor, kararlarını kendisi
alıyor filan diye düşünmesin. Çevresel etkilerle yatay ve dikey etkileşim
süreklidir ve sıradan çabalarla asla o dairenin dışına çıkamazsınız. Bütün
mesele böyle bir etkinin olduğunu fark etmektir. Sonrası kolay.
****
Sıfır sorun, sen güçlü
olduğun sürece mümkündür. Yumruğunu vurmaya hazır, postallarını giymeye amade
olduğun sürece, sıfır sorun politikası sürer girer. Teklemeye başladığın an,
sıfır sorun, sıfır komşu haline gelir.
Ha, güçlü gibi olmanın da
bir anlamı yoktur. Sahip olduğun gücü kullanabilme yetisini kaybetmişsen, ha
sıfır sorun de, ha sıfır komşu, fark etmez. Gücünü kullanıma hazır edeceksin
ki, komşuların da sana tabi olsunlar. Yoksa, sen tabi olur, her emri yerine
getirmeye susta durursun.
Ezbere laf etmek,
üniversitelerin, profesörlerin işi değildir. Üç gün sonra iflas edeceğini bile
bile haddini aşarak konuşmak, günü geldiğinde başını eğdirir.
Başın dik olsun, sözün
dinlenilsin istiyorsan, edeple, tevazuuyla, saygınlık içinde diskurlarını
çekmelisin.
Mesela, şu “test etmesin”
lafı. Kaçıncı keredir söyleniyor? Kaçıncı keredir hatırlatılıyor. Ee.. hani
test etmeyeceklerdi, ne oldu? Ne test kaldı, ne esir edilmedik konsolos, ne
atılmadık bomba, ne de düşürülmedik uçak. Ne oldu, sahiden ne oldu? Test edene
ne yapacaktınız ki, ne yapmalıydınız ki?
Laf, laf, laf…
****
İşaret ettiği hedefe
odaklanırsanız, sadece görmenizi istedikleri nesneyi görür ve onun dışına
çıkamazsınız. Bu anda sadece işaret parmağına da odaklanmak ihtimali vardır ki,
ısrarla o tarafa bakmanızı isteyen için bunun bir sakıncası yoktur. Odaklanmanın
sonucu, gözünüzü, fikrinizi, tarzınızı o noktanın dışına çıkaramazsınız. Tam da
yüksek aklın istediği budur. O neyi isterse siz onu görür ve onu düşünürsünüz.
Odaklanmayı sağlayan alet sallanan bilyeler, gözünüzün önünde hareket eden
parmaklar, ufuk çizgisinde ne olduğunu anlamaya çalıştığınız herhangi bir leke
olabilir. Derin bakış ve anlama isteği kendinizden geçirtir ve artık o nesnenin
kölesi durumuna geçerseniz. Düşünmeniz istenen konular da böyledir. Hiç yeri ve
zamanı değilken birden bire ortaya salınan konular üzerinde tartışırsanız, asıl
üzerinde durulması gereken mevzuyu kaybedersiniz, ıskalarsınız. Bu durumda
sizden kaçırmak istenen ve asla o konu üzerinde durmamanız istenen hususlar
vardır.
Odaklanma bazı zamanların
mecburiyeti de olabilir. Bu vakitlerde kendine dönüp, içindeki derinlere
odaklanma felaketlerden kurtulmanın da yoludur. Şeytanın yönlendirmesi ile
değil, yönünün Hakk’a doğru olmasıyla huzura erer insan. Doğruyu bulur,
olunması istenen budur.
Sürekli çatışma halini diri
tutarak, taraftar kitlesini kendine sıkı sıkıya bağlamak çok kullanılan bir
yöntemdir. Siyasi deha bir çatışma unsuru bulur veya yaratır. Aslının olup
olmadığının bir önemi yoktur. Tarihteki bir olayı gündeme taşıyarak, kimin ne
fayda sağlayacağının bile bilinmemesine rağmen kanlı çatışmalara kadar
vardırabilir ki, bu durum yandaşların boş kalmamasını sağlar. Boş kalan
düşünecektir ve doğruya ulaşma ihtimalini ortadan kaldırmak lazımdır.
Öncelikle kolektif bir
kimlik olarak ‘muhafazakârlık’, ‘sünnilik’, ‘din’ boyalarıyla tahkim edilmiş
kalabalıklar, işaret edilen çatışma noktasına hazır kuvvet olarak sürülürler.
Ölümüne denebilecek şiddette ve daima saldırılarını kesmezler çünkü ikram
edilmiş makamlar, kazançlar, dünyaya dair ne varsa sağlanabilen imkânlardan artık
feragat etmek istememektedirler. Böyle olunca da, çatışmaya hazır asker bulmak
zor olmayacaktır. Miting alanlarına taşınan yüzbinler ve gazete köşelerine
mevzilenmiş kalembazlar gereğini de en iyi şekilde yapıyorlar ne de olsa.
Öyleyse, işaret edilen yere
değil, öte tarafa, fona, ileriye ve daha başka mekânlara bakabilmeyi becerebilmeli.
Üzerinde durulmasını istediği konulara değil, kendi konularımıza, kendi
düşüncelerimize, kendi politikalarımıza odaklanıp, en iyi sonuçlara ulaşmayı
denemeliyiz.
Aksi durumlar, felaketlerle
boğuşmayı gerektirecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder