2013 yılının Mart ayında,
İnönü Üniversitesi’nde bir konferans verir. Okullu günlerimizde, aynı öğrenci
yurdunun koridorlarında adımlayıp, aynı kantinin çaylarından yudumlamıştık. Belagatini
bilir, tanır ve severdik. Kırk yıla yakın geçen zaman, planlanmış istenmeyen değişimin,
yabana savrulmalarla perişanlaştırdığını da tespit ettiriyor bize. Peş peşe
kurduğu cümleler, sanki içinde boğulduğu karanlık suların eseri gibidir.
Nerelerden, hangi bilinmez çukurlardan salınan, ezberlerinde boğulduğu
cümlelerdir bilinmez. Anılan konferansında kurduğu cümlelerden de anlaşıldı ki,
kendi de bilmiyor.
Not almışız ve çuvala
atmışız konuşma metnini. Sırasında ortaya çıkar ya gerçekler onun gibi, bir
gazete yazarının makalesine konu etmesiyle yeniden gündeme oturdu Hazret.
Gündemde var mı bilmiyorum, lakin bizim gündemimizi o oluşturdu.
Şimdi o konferansından iki
cümle yazacağım:
“1. Herhangi bir güç ilişkisi, bir iktidar, bir otorite üçüncü bir
gözün denetiminden yoksunsa soysuzlaşmaya başlıyor. 2. Hele o güç kendine epik
bir söylem, kutsal bir anlatım oluşturup, kutsalla kendini tahkim ediyorsa, o
kutsalın örtüsü altında her türlü çirkinliği yapabilir.”
Akademik kariyeri Profesör.
Demek ki, yüzlerce öğrenci geldi geçti tezgâhından. Son seçimlerde milletvekili
oldu ve son dönemde de partisinin grup başkan vekilliğine getirildi.
Gerçi aynı siyasi partinin
üst kademe yöneticilerinden başka bir profesör de, “o fikirler benim bilimsel görüşlerim, bu ise siyasi görüşlerim”
diyebilecek kadar akıldan, fikirden, idealden yoksun demeçler serdetmişti. Ne
demek olduğunu, hangi anlama geldiğini şimdi daha iyi anlıyoruz. İlmin
söylediği ne olursa olsun, siyaset kazanımlarına göre söylem geliştirmek,
susmak, onaylamak ve gelişimleri kendi halinde seyretmek. Buna ilim adamlığı
değil, olsa olsa fırıldaklık denir.
Haydi, kendi taraftarları
olan bir yazarın cümlesini alalım buraya: “Sığlığa prim vermeyeceksek, fikrin namusunu koruyacaksak, Türkiye’de
her bakımdan büyüyen çölleşmeye, kuraklaşmaya, zihin veya çağ körleşmesine bir
darbe vurmak, son vermek zorundayız” (Yusuf Kaplan,23.11.2012,
Yenişafak)
Geçenlerde Abdurrahman
Biçer ve arkadaşlarıyla yaptığımız tanışma toplantısındaki sohbette, “niye o ahlaklı dahi adamlar şimdi
yetişmiyor” sorusuna, “Çünkü toprak çoraklaştı” diye cevap vermiştim. Bu
çorak topraktan olsa olsa yağmuru (menfaati)
gördüğünde fırlayan, ayrık otları çıkacaktır. Makamı, rütbesi ne olursa olsun,
hayat ideali dünyaya, mala, makama, şöhrete ayarlı insanların, ilmi değil,
menfaati seslenecektir derinlerden. Tabi böyle olunca da, ‘ahlak’ bir köşeye
rahatlıkla konulabilecektir. Kendinin ‘kazanma hırsı gerçeği’ni halka,
öğrencilere, konferans katılımcılarına hayatın gerçeğiymiş gibi anlatmak, olmayanı
varmış gibi nakletmek ancak ahlaksız bir ilim adamına yaraşır ki, bu tiplere
ilim adamı değil, olsa olsa dalkavuk demek doğru olacaktır.
“Günümüz Türkiye’sinde liberal görünümlü sofistlerin ekserisi de bu tür
tarih, mantık, siyaset cambazlıklarını liberallik diye pazarladılar.
Renksizliğin, omurgasızlığın, kindar suflörlüğünün, bazen siyaset destekli
diklenmelerin, çıkar kavgalarında lafazanlık ve hacıyatmazlığın adı liberallik
oldu. En iyisinden becerdikleri ‘ezber bozmak’ çabası oldu liberallerin.
Bozulan her ezber yerine aynı güçte yeni ezberleri ikame ettiler. Aslında
yaptıkları ezberlerin yer değişimi oldu. ‘Hitabe’yle uğraşırken amaçladıkları
ezberlerindeki kitabeleri zihinlerine nakşetmek oldu.” (Metin
Boşnak, 17.12.2012, haberiniz.com.tr)
“Ahlaki farkındalık” kavramını geliştiren ilim,
acaba pek çok örneğini Türkiye’de gördüğümüz, kocaman unvanlı adamlara nasıl
bir yakıştırma yapacaktır bilmiyorum. Zihinlerinin ötelerine yerleştirdikleri
zanlarını, bilimsel gerçeklermiş gibi satmak hangi ilmin, hangi ahlakın
farkındalığı olsa gerektir. Hangi zamanda yaşadığını bilmeyen bir sözde ilim
kafası, geçmişindeki bilgi kırıntılarını, hayata yansıtamadığı bilgileri, hayat
tarzı yapamadığı, ahlaki gerekliliği bir ezber olarak tekrarlamaktan başka ne
yapmaktadır? İlmini, kâinat şartlarında,
hayat gerçeği olarak uygulayıp, ilmi ile reel hayatın oluşumlarını
karşılaştırıp, analiz edip insanlığa kazandırmadıktan sonra, sen o bilgileri
bilsen ne, bilmesen ne? Söylesen ne, söylemesen ne?
O halde ‘ahlaki farkındalık’tan
bahsedebilmemiz, bilgilerinin şimdiki olagelenlerle karşılaştırılıp, korkusuzca
ve bilinçle halka anlatılması, açıklanması sonrası mümkün olacaktır.
Yazının sonuna doğru, konu
profesörünün konferansta söylediği cümlelerin, tarafı olduğu ve grup başkan
vekilliğine kadar yükseldiği parti ileri gelenleri tarafından defalarca ihlal
edildiğinin örneklendirilmesi gerekse de, sıfatı tanımlanan kişinin, bu
ihlalleri bilmemesi mümkün olmayacağına göre tekrar etmenin de gereğini
görmemekteyiz. Sözün tamamı aptala lazımmış. Zaten tekrar etsek de, bir
faydasının olacağını düşünmüyoruz. Bırakın medya denetimini, Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin bile denetim görevini gereği gibi yaptığını söylemek mümkün
mü?
Ancak, Sayın Profesör’ün,
kutsallara büründürülmüş Türkiye siyasetini ve özgürlüğü alınmış medya
piyasasına ait bildiği gerçekleri konferans dinleyicisi öğrencilerden
saklayarak, kuru bilgileri sunması ne insanlığa, ne İslamlığa, ne de ilim
ahlakına sığar.
Asıl olan, doğru ve
tarafsız haber verme özgürlüğünü medyaya sağlamak ve siyaseti kutsallarla
değil, dünyevi kavramlarla anlatmaktır.
İlhan Yalçın :
YanıtlaSilNaci Bostancı'nın 1 ve 2 diye maddeleştirdiğiniz ifadelerine imza atmamak elde değil. Partisinin ve kendisinin icraatlarını kedi pisliğini örter gibi örtme gayretini, kendi ifadelerini genel başkanı gibi ret edecek tavır sergilemesini de tiksinerek görüyoruz. Tarihin, çöplüğünde bu halleri ile yer alacaklar.