“Hazreti Mevlana’yı anlamak” konulu bir konferansta
konuşmuş hazret. Para edecek konuyu yıllarca evvel tespit etmiş ve kendisini bu
konu üzerinde yetiştirmiş. Yo, yanlış oldu. ‘Yetiştirmiş’ değil, çünkü maneviyat ehli ‘yetişme’
kelimesinin karşılığını çok iyi bilirler. İnsan-ı Kâmil’i ifade eder. Onun
kâmil bir insan olduğuna hiç mi hiç şahit olmadık. Şeb-i Arus törenlerinde
davudi sesiyle, sanırım Mevlana ve Mevlevilik uzmanı sıfatıyla ezberindeki,
Mevlana’dan şiiriler, beyitler, hikâyeler, Kur’an’ı Kerim’den ayetler, Farsça
ve Arapça dörtlükler eşliğinde, semazenlerin dönüşlerini ve sahnede yaptıkları
işi seyirciye tarif eder. Bunları öğrenmiş. Biraz da, ondan bundan aşırdığı
‘manevi kelamları’ yerli-yersiz kullanarak, muhafazakâr iktidarın hoşuna
gidecek cümleleri kurmakta oldukça mahir. Merasimleri coşkulu bir anlatımla
açıklaması da iktidara oy verenleri mest ediyor doğrusu. Ramazan ayında da
iktidarın destekçisi televizyon kanalları tarafından, iftar ve sahur
programlarına davet edildiğini de gördük. İstanbul Tasavvuf Müziği grubundan
müdürlüğünü de almışken oh, iş var, aş var, şöhret var… Daha ne olsun.
İktidar sahipleri,
‘muktedir’ olabilmek, iktidar sürelerini uzatabilmek amacıyla, ahaliyi
kendileri gibi yapmak yolunda dönüştürme çalışmaları yapıyorlar. Bir nevi
entegrizm yani. Durmaksızın muhafazakâr halka, beğenecekleri dini kelime ve
kavramların bolca bulunduğu cümleleri kurarak, hatalı, eksik ve eskimiş ve
içinde, bulunduğumuz asra göre hiçbir işe yaramayan dini bilgileri bulunan ve
yalan-yanlış tarih bilgisini aktarmaktadırlar. Halk bu bilgileri hemen her gün
ve her televizyonu açtığında duyarak, beyinleri yıkanmakta ve onlar gibi olmaya
çaba harcamaktadır. Çünkü cehennem korkusu geri planlarda, sakallı sakallı hoca
kılıklı kişiler tarafından sıkça hatırlatılmaktadır.
Bilmem ki neden ve nasıl
korkuyorlar, korkularından beslenerek, kendi korkularıyla halkı
kandırmaktadırlar. Bu korkuyla da halkın kendi fikir, düşünce ve hal ve hareketlerine
uyum sağladıklarını düşünmekteler. Doğrusu, her yönden yapılan siyasi
propaganda saldırılarıyla da başarılı da olduklarını söylemek kalemin
namusudur. “Peki, nedir entegrizm? Dini
veya siyasi inancı, tarihin bir önceki döneminde sahip olduğu kültür yapısı
veya müesseseleriyle özdeşleştirmektir. Böylece mutlak bir doğruya malik
olduğuna inanmak ve onun kabullenilmesini dayatmaktır.” (‘Entegrizm
üzerine, Roger Garaudy’den aktaran Ayhan Karaçam, Değirmen Dergisi, sayı 73)
Garaduy’nin tanımı tam da ülkemizdeki olanları anlatıyor. ‘mutlak doğruya
inanmak ve onun kabullenilmesini dayatmak’. Bunu her taraftan yüksek sesle
anlatarak, konferanslarda, TV tartışmalarında, siyasi mitinglerde, devletin
yaptırdığı ve açılışı yapılan yatırımlarda her fırsatta ‘dayatıyorlar’.
Özellikle Cuma günleri kameralar eşliğinde camilere giderek ve namaz
çıkışlarında alayı vala ile demeçler vererek halkın beyinleri istedikleri yönde
oluşturulmaktadır.
Kendilerinin doğrularını
anlatırken de, devletin kurucusu ve milletçe kahraman olarak bilinen isimlere
çamur atmalar ve yaptıklarını küçümsemek gibi işlere de girişiliyor. Kimi,
kurutuluş savaşı yapılmadığını, kimi Çanakkale’de Mustafa Kemal’in herhangi bir
başarısının olmadığını, kimi Çankaya’ya yapılan Cumhurbaşkanlığı köşkünün
arsasının zorla sahiplerinin elinden alındığını, kimi Atatürk’ün dünyanın en
zengin devlet başkanı olduğunu… Anlatıp duruyorlar. Hakaret ederek
itibarsızlaştırılmaya çalışılarak, yaptıklarının ve düşüncelerinin yanlışlığını
vurgulamaya uğraşıyorlar ki, Türk Milletini Atatürk’ten uzaklaştırmak ve
unutturmak. Böylece kendi emperyalist, küreselci, adeta bölücü fikirlerinin
uygulamalarında zorluklarla ve itirazlarla karşılaşmayacaklar.
Benzer bir çalışmayı da
yukarıda anlatılan hazret yapmış. Konferansında şunları söylemiş: “İnkılap mı? İnkılap ne demek biliyor
musunuz ‘köpekleştirme’ demektir. ‘Kalp (kelp) etme’ diye bakacaksınız. Dünyanın en büyük kütüphane cinayeti 1828’de
Türkiye’de işlenmiştir. Bir gecede Türkiye’nin kitapları okunmaz hale gelmiş,
kütüphaneleri kapatılmıştır. Eğer yazı Latinize edilmekle adam olunsaydı
Japonlar o kargacık burgacık yazılarıyla bugüne gelemezdi.” (6.12.14,
Hürriyet)
Sosyal medyada gerekli
cevaplar verildi bu densize. Burada tekrarı gerekmez. Söylenilenlerde tek amaç
var. Atatürk düşmanlığını yüksek sesle söylemek ve istikbal beklentisi. Çünkü
iktidara hükmedenler de böyle düşünüyor. Hele şu zekâya bakın ki, inkılap
kelimesini, ‘kelp’ kelimesine benzeterek, köpekleşmek manasına ulaşmak!
Alkışlanacak bir zekâ (esasen inkilap! Kelimesi üzerinden
gidiyor). Ancak, köpekleşerek ağasının kapısından kovalanmamayı
garanti etmeye çalışan bir zekâ.
Köpek, yaradılış fıtratı
gereği davranışlarda bulunur ve asla köpekleşmez. Köpekleşmek değişik bir
mananın ifadesidir. Esasında fıtratında olmaması gereken bir davranışın,
yapmacık ve taklit ederek sergilenmesidir köpekleşmek ve bu durum köpeklerden
daha aşağılık bir makama işaret eder. Köpek sahibine sadıktır ve fakat
köpekleşen sahibine sadakat gösterisi yapar ve daha büyük bir parça verenin
peşinden kuyruk sallayarak gider. Sahibinde verebilecek bir şey kalmayınca bile
köpekler sahibine sadakatini sürdürürken, köpekleşenler derhal terk ederler.
Ayrıca kibir ve haset köpekleşenin en belirgin özelliğidir. İsterseniz, bundan
böyle gördüğünüz yerde gözlerine bakınız, ne büyük kibir ve haset içinde
olduğunu fark edeceksiniz. İçinde kibir ve haset barındıran kalpte de imanın
bulunmayacağını onlar bilmezler. Bilmezler ama çok dindarmış gibi geçinmeyi
sürdürürler, maalesef çoğunluk insanları kandırmakta da başarılıdırlar.
Mutasavvıf, maneviyat
ilmini öğrenmiş ve hayatına tatbik eden insan demektir. Bu zat-ı muhterem de
mutasavvıf sıfatıyla ünlenmiştir. Yani, manevi ilimleri tedris etmiş ve yaşayan
birisi olması lazımdır. Hz. Mevlana, “Köpek bile, ilim öğrenince azgınlıktan kurtulur. Köpek bile arif
olunca Eshab-ı Kehif’ten olur.” Diyor. Dikkatlice bakınız,
resmi tanıtılan bu kişi ve benzerleri azgınlıktan kurtulmuşlar mıdır? Yoksa
sahibinin elindeki metadan daha fazla sahipliğine geçirebilmek için köpekleşmekte
beis görmemekte midirler?
Ömer Sağlam :
YanıtlaSilOSMANLICA PEŞİNDE KOŞAN FİNOLAR İŞTE GÖRÜN TRAJİKOMİK HALİNİZİ!
Evet; "k" harfini ince okumak suretiyle "İnkilâb=İnkilâp" derseniz Arapçada köpek anlamına gelen "kelb-kelp" sözünden mütevellit "köpekleşmek" olur. Ancak eğer "k" harfini kalın okumak suretiyle "İnkılâb-inkılâp" derseniz, o zaman da yine Arapçada "değişmek, bir halden öbür hale geçmek" anlamında "inkılâb-inkılâp" olur.
Hatta bu kelime Türkçemizde değişmek ve dönüşmek anlamına bir deyim olarak "kalbolmak" şeklinde de kullanılmaktadır.
İnkılâp: (k kalın okunur) Arapça İnkilâb. Bir durumdan başka bir duruma geçiş, dönüşüm (Türkçe Sözlük, c, 1, s, 1087, TDK Yayını, Ankara-1998)
Anlaşılan İktidara finoluk ve tazılık peşinde koşan itler, Atatürk'e ve Cumhuriyete saldırmak için her türlü kahpeliği ve ucuz orospuluğu yapıyorlar.
Not: Hz. Peygamber'e vahyin geliş yollarından birisi de Vahiy Meleği Cebrail'in insan suretinde gelip Hz. Peygamber ile karşılıklı sohbet etmesi biçimindedir. Cebrail daha çok ashabtan Dihye El-Kelbî suretinde gelmiştir. Yüce Allah, başka hiç bir adam bulamadı da köpek sülalesinden Dihye Efendi'yi mi tercih etti bu iş için? Demek ki; "Kelbî" kelimesi de "köpekgiller" anlamına bir kelime değildi. En azından o devirde. Gerçi Arap kültüründe bu tür sülale adları da var olabilir. mesela müfessirler "Çokluk" anlamına gelen "Tekâsür" suresinin tefsirini yaparlarken "Beni Kelb" kabilesinden de bahsederler.