Paralel devlet yapılanması
nedir, nasıl olur?
Sorusu üzerinde biraz
tartışma, görüş alışverişi, fikir dolaştırma yaptık. Görüşmenin gelişimi ve
sonuçlarını ilerleyen satırlarda bulacaksınız.
17/25 Aralık önemli bir tarihidir
Türk siyasi hayatının. Cumhuriyet tarihi boyunca böylesi bir fotoğraf
seyredilmedi ülkemizde. Neler olduğunu hatırlatmaktan ziyade, unutulmaya yüz
tutmuş bazı noktalar üzerinde ısrarla durmak daha tesirli olacaktır. Siyasi
hayatı düzenlemek, birisinin istediği gibi olmasını sağlamak üzere; çıkarılmış
ve uyulması zorunlu olan kanunları, yönetmelikleri, kuralları uygulamak yerine,
yine o kişinin sağlığı ve selameti için hemen o anda uydurulan ve
yasalaştırılan kuralları uygulamak, ‘hukuk’a ikame anlamında olmak üzere,
yapılagelen eylemleri anlatır. Dikkat edilirse, hukukun yerine geçmek üzere,
hukuk değil, bir kişinin, bir beyin, bir ağanın, bir şeyhin… İsteğinin yerine
getirilmesi. İsterseniz buna ortaçağ uygulaması bile diyebilirsiniz. Ve hatta
diyebilirsiniz ki, ortaçağa kurban olam, ne de olsa sonunda Fatih’i vardır.
Kiminle konuşursanız
konuşun, geri kalmışlığın, Hakk’a riayet edilmezliğin, üniversitelerimizin
bilim üretemeyişi, aydınlarımızdaki savrulmalar, insanımızın hodkâm oluşu
hususlarında diyecekleri ilk şey; eğitimdir. Eğitimin yanlış verildiği,
yetersiz verildiği, lüzumsuz bilgilerin çocukların beyinlerine şırınga
edildiğini filan söyleyeceklerdir. Bu muhteremler iktidar olup yönetim
kademelerine oturduklarında (ki, 13 yıldır test edilmiştir) ilk
yapacakları şey inanın, yanlışta olsa, eksikte olsa işleyen eğitim sistemini,
tedavisi belki de imkânsız olmak üzere bir kez daha bozmak olacaktır. Çünkü
doğruyu, Hakk’ı bilmiyorlar, insanı tanımıyorlar. Bir örnek olmak üzere,
İlahiyat Fakültelerinde okutulmakta olan felsefe ve sosyoloji gibi derslerin
tedrisattan kaldırılmasını söyleyebiliriz. Devlet içine çöreklenmiş paralel bir
yapının yapacağı da bundan farklı olamazdı.
Esasında dünya yüzeyinde
paralel çizmek imkânsızdır. Biz varsayıyoruz. Dünyada çizilecek paralel
varsaydığımız çizgilerin uzayda birleşeceği bir gerçektir. Çünkü dünya düz
değildir. Bu varsayımı unutmayarak devam edelim.
“Herhangi bir alanda ortaya çıkmış olan sorunlara çözüm bulabilmek
amacıyla ortaya atılan paradigma; sorunları çözmeye başladıkça dikkatleri
üzerinde toplar, daha çok kişi tarafından kullanılır, kullanıldıkça büyür,
güçlenir ve büyüdükçe daha çok kullanılır. Bu süreç sonunda alana hakim olan
paradigma; alternatif bir paradigmanın olmaması durumunda sağladığı hakimiyet
ile gittikçe din gibi bağlılık ortaya çıkarır, her soruna çözüm olduğuna
‘inanılır’ ve sorgulanamaz hale gelir.” (Zuhal Aslan, Pivolka,
Başkent Üni. Sos. Ve İdari Bil. Dergisi, sayı 5)
Bilim adamları, bilimsel
tartışmalarında bir konu üzerinde eğilmişlerken buldukları çözümlerin sosyal
alanlara da uygulanabileceğini belki de düşünmezler. Sonuçlar bize önemli
derecede çözümler sunar. Çünkü yeni fikirler üşüşür ve yeni bir sayfada anlam kazanmaya
başlar. ‘Din gibi bağlılık’
ortaya çıkışı, çok defalar Türk siyasi hayatında müşahede edilmiştir. Öteden
beri din adamı gibi algı yaratılmış kişilerin bile “çalınmışsa bile, bu paranın bir yardım parası olması lazım”
gibi sonuçları okuyucularına duyurması ile kitlelerin algılarında yaratılan, ‘yardım’
mefhumu, hırsızlığın bir anda aklanmasına sebep olabilecektir. Geniş kitlelerin
“çalıyor ama çalışıyor”
algısına düşürülmesi ise, adeta yeni bir dinin doğuşuna işaret ediyor olabilir.
Sözlerinin, hareketlerinin bir ‘sünnet’
edasıyla karşılanması ilginç sonuçları da beraberinde getirecektir. Dolayısıyla
sorun ‘sorgulanamaz’
hale gelecek, sorunun aslını ve zihinlere yerleştirilmiş olan mefhumun kördüğüm
olması sağlanacaktır.
Bütün bu çalışmaları,
devlet kuralları, kanunlar, yönetmelikler, teamüller dışında yeni bir sistem
yaratmaya çalışan paralelin ikinci çizgisi gibi düşünmemizde pek tabiidir.
Ben şunu bilirim: eğer
devlet içerisinde amir kararlara aykırı olarak iş görenler varsa ki, mutlak
surette bir yabancı istihbarat kurumunun; a) ya bizatihi işi görmesi b) ya da
ajanların kullanacakları muazzam tekniklerle (olay hakkında konuşulmasının
yasaklanması, başka bir konunun en çok konuşulan konu olmasının sağlanması, hedef
şaşırtama, yanlış bilgilendirme gibi taktiklerle),
iş yapanın iradesinin alınması yöntemiyle işlerin gördürülmesidir. Bendeniz bu
topraklarda her iki yönteminde rahatlıkla kullanıldığına inananlardanım. Çünkü
devletin en mahrem kanunları denilen kanun maddeleri içinde “yabancı uzmanların çalıştırılması”na
cevaz veren hükümler vardır. Ayrıca bu ülkenin Bakanları bizatihi söylemiştir
ki, Güney ve Güney Doğu bölgelerindeki otellerde pek çok ajan ve casus kol
gezmektedir. Niye acaba? Görevleri, paralel işler yapmak veya yaptırmak
olmasın! Yine, ABD Büyükelçisi ve Konsoloslarının ve Türkiye’yi ziyaret eden
Fransa, İtalya, İngiltere, Vatikan gibi ülkelerden gelen, araştırmacı ve din
adamı adı altındaki (casusların)
ilk ziyaret yöresinin Güney Doğu Anadolu Bölgesi ve Diyarbakır olması da
dikkate alınması gereken bir husustur.
Sayın Başbakan Tunceli’de,
Üniversite’deki konuşmasında
“Bundan sonra devletin resmi ideolojisi olmayacak”
demişti. Nasıl yani dediğinizi duyar gibiyim. Anayasamızın ilk üç maddesi
devletimizin resmi ideolojisini ortaya koymaktadır. Devletin ‘Cumhuriyet’ olduğu
ve bu cumhuriyetin, “toplumun
huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan hakkına saygılı,
Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal hukuk devletidir. Ve Türkiye devleti, ülkesi ve
milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir”. Hükümleriyle
kabul gören ideolojimiz budur. Şimdi bunu yok mu sayacağız? Başbakan’ın
söylediği gibi devletimizin anayasal ideolojisi olmayacaksa, bunun yerine ne
getirilecektir? Getirilmesi düşünülen her yeni şey (neyse)
yeni bir devlet yapılanması ve ideolojisi olmayacak mıdır? Öyleyse bu
çalışmaların içinde olanlar da devlete paralel olarak çalışmalar içinde olmak
değil midir? Ki, bu çalışmaların sonu yıkıcılığa kadar gider.
Gazetelere ve haber
bültenlerine yansıdığı kadarıyla, özellikle Güney Doğu’da eşkıya kılıklı
kişilerin yol kontrolleri yaptığı, kendi okullarını açtığı, polis gücünü
oluşturduğu hatta ve hatta Vali bile atadığını öğreniyoruz. Üstelik bu eylemler
kapalı kapılar ardında değil, bizatihi kendileri tarafından basına verilerek
duyuruluyor. Resimleri videoları internet sayfalarında dönüp duruyor. Güvenlik
birimlerinin kışlasına ve lojmanına tıkılıp, paralel yapılanmanın hedeflerine
yürütüldüğü bu kadar net olarak hiç anlatılmamıştı.
Velhasıl bu ‘paralel’
hamuru çok su kaldırır. En iyisi, kanunlarda ne yazıyorsa, hukuk neyi
emrediyorsa onların tamamını uygulamaya koymak ve atılı suçlardan kurtulmak.
Ne diyordu ömür boyu hapse
mahkûm bebek katili: “4-5
ay içinde çözüm olmazsa darbe olur”. Gerçek paralel
yapılanmanın askeri tarafından yapılan bir meydan okumadır bu. Ancak biliyorlar
ki, her ayaklanma gösterisinde, her molotoflu saldırıda, her sokak hareketinde
bir talepleri yerine getirilmiştir.
Benim kafam karışık, kim
paralel, kim yamuk?