“Boksör” konusuna taktım şimdilerde. Ringde iki
silahşor vardır amaçları olan. Her ikisinin de idarecileri, teşyi edicileri,
destekleyicileri vardır. Haa, bir de hakem heyeti vardır. Ayrıca ortaya bir de
altın madalya konulmuştur. Madalya, kazanana verilecektir. Amaç, madalyayı
almaktır.
Sondan başlayalım, madalya ‘halifelik’
olsun, hakem heyeti Avrupa ve ABD’den müteşekkil, destekleyicileri hep olduğu
gibi yurt içinden seçilmiş, sen, ben, o ve bizim oğlan. Aslında teşyi ediciler
de bunlar, yani bizler, üstelik paramızla gönüllü olarak destek vermeye devam
ediyoruz, idarecilere gelince, onlar hakem heyetini kuranlardır, aynı
isimlerden müteşekkil, sıra geldi silahşorlara, bugünlerde silahlar çekilmiş
vaziyette, kimi zaman cemaat, kimi zaman hizmet diyorlar, karşılarında ise 11
yıldır olduğu gibi iktidar mensupları.
Çatışma konusu, şöyle
uyduruldu:
Dershaneler, okullar, kızlı
erkekli… Falan, filan gibi suni uğraş meseleleri.
Kazanmanın şartı,
boksörlerin hayatlarını idmanlara vermesidir. Çalışmak daima kazandırır.
Çalışmadan yatan, kış mevsiminde oynamaya davet edilen ağustos böceği
misalidir. O daima, kazanamamayı komplo teorilerine bağlayacaktır. Çalışmadan
yaz boyu çalıp söylediğini unutup, suçu başkalarına yüklemektir.
Çalışmak nedir?
Rutinden bahis işimiz
değil, o yapılması mecburi işlemlerden. Çalışmak, rutin dışı gelişen, yeni
ufuklara yelken açmaktır. Bilinmeyen sınırların keşfi yoksa hayatınızda,
çalışmıyor, uyuyorsunuz demektir.
Yeni Anayasanın yapılması
için, Anayasa komisyonu kurdular. Komisyon kuruluş aşamasında muhalefet
partilerinin, bu komisyona üye vermelerini şiddetle eleştirmiş ve AKP ve
PKK’nın (BDP) ne halleri varsa görmelerinin gerektiğini
belirtmiştik. Bu bizim o günkü inancımızdı. Sonuçta, muhalefet üyelerini verdi
ve iki yılı aşkın süre çalıştılar. Ivır zıvır maddeler üzerinde anlaştılar.
Esasa gelince, bir madde de bile anlaşamadılar. Sonuçta iktidar partisi masadan
kalkmak zorunda kaldı. Komisyon dağıldı. Sonuç: Bizim başta dediğimiz yere iki
yılda vardılar. Olsun. Geç olsun da güç olmasın cümledeki manaya inanırız.
Bu açıklamayı neden verdik?
Önemlidir. Önemlidir, çünkü rejimi değiştirmeye söz vermiş olmalılar.
Beceremeyince masadan kalktılar. Söz verdikleri güç ise, hesap sordu. Bu arada
da, dershaneler gündeme gelince, fırsat, bu fırsat denildi.
İki yıl kadar önce, okyanus
ötesinde mukim Zat-ı Muhterem’e artık Türkiye’ye gelmesi bizzat Başbakan
tarafından rica edildi. Çünkü ortada gelmemesi için bir sebep kalmamıştı. O
zatı, yerini terk etmemesi yolunda ilgili güç ikaz etmiş olabilir. Oysa
memleket hasreti çektiği, gözyaşları ile defalarca anlatılmıştı kendi yayın
organlarında. Niye gelmiyordu? Niye gelemiyordu?
Evet, gelmesinin tek şartı
vardı. Türkiye’nin rejimini değiştirmek ve ülkeye ‘Halife’ olarak gelmek.
Kendisine bu söz verilmiş
olmalı. Bu sözü kendisine verenler de, her türlü talep karşısında fikirlerini
beyan etmişler ve oralarda kalmasını temin etmişlerdi.
Anayasa değiştirme
çalışmaları, hedefe varılacak yolda olması lazım gelen temel çalışmaydı. Güveniyorlardı.
Yapabilirlerdi, üstelik sayısal üstünlükleri de vardı. Birilerine özerk
devletçik, diğerine başkanlık ve 1978 yılında İran’da Humeyni’ye yaptıkları
gibi, İslam Halifesi’nin Türkiye’ye dönüşü… Olmayacak işlerden değildi.
“Kürdistan”ın oluşturulması da, amaçlarına iyice yaklaştırmıştı…
Lakin:
“Derin Türk aklına” bir
daha yenildiler.
Türk, kurmay zekâsı bir
daha üstün geldi.
Yenildiler.
Sıradan, lüzumsuz bir konu
üzerinden kriz çıkartmaya koyuldular. Çıkartılan kriz, milleti ırgalamadı bile.
Milletin basireti bir kez daha yendi düşmanı.
Şimdi pişmanlık içinde
yanıyorlar.
Ortaya, din, iman gibi
konuları dökerek, ağlamaklı beyanatlarla evlad-ı vatanın kalbine bir daha
girmek istiyorlar. Uyanık olarak, karşı durmaya devam edilirse bilinsin ki, bir
daha yenilecekler.
Ağzı burnu kan revan
içindeki boksör ringden inerken, kameralara doru söyleniyordu:
- Bu iş daha bitmedi.
Buyurun, yine bekleriz.
(16.12.2014 tarihinde
haberiniz.com.tr sitesinde yayınlanmıştır)