“Despotlara itaat, Allah’ı öfkelendiren tek kötülüktür. Hûd suresi 59.
Ayet bunu, ‘inatçı zorbaların emrine uymak’ şeklinde tanımlıyor.” (Yaşar
Nuri Öztürk, 11 Haziran 2014, Yurt)
“İşte Ad (kavmi olayı buydu)… Rablerinin (nefislerindeki)
işaretlerini bile bile inkâr ettiler… O’nun Rasûllerine isyan ettiler… Her
inatçı zorbanın emrine tâbi oldular.” (Hud/59)
Zorbanın emrinden
kurtulmanın yolu, Hakk’a itaat.
Zorbanın emrine tabi olmak
ise, Rasûllere isyan.
Sonuç, hüsran!.
‘Hüsran’a hangi yoldan
gidildi? Dünyayı gören pencereden. Dünyada üretilen her değeri, “zorba valilerin ve gözü doymaz paşaların
pençesinden kurtarmak imkansızdır” der 1890 yılında yazdığı bir makalede Engels
(Yiğit Tuncay, Gürcü Şair Mayakovski hakkındaki çalışmasından)
Günümüze ne kadar da uygun
bir söz. Emekleri, zamanları, Hakları gasp edilen işçiler, bozuk-çürük malların
kakalandığı tüketiciler, denetimsiz piyasa, organize olamayan kamu idaresi,
güvenini yitirmiş yargı (Adalet Bakanı’nın sözüdür)… İşte
dünyalara sahip olma yolunda mücadele konusu, anlatılan kaos ortamında, artık-değere,
doyurması imkansız gözlerle uzatılan kanlı pençeler. Diğerleri ne yapacak bu
durumda? Madem ki, onlar sahip olmanın savaşında ben de katılayım der. Savaş
kızışır, ne tüccarın (mal sahibinin) ne
de malının emniyeti kalır. Asayiş bozulur, kim vurduya gidenler, yaralananlar,
tutuklananlar.. kısaca huzur kalmaz, refah sıfırlanır, fikir iflas eder, hizmet
durur. Bu durumda ‘düşünen adam’a da ihtiyaç olmaz.
İşte tam bu durumda, tüm
malların (dünyanın) üzerine oturma isteğindeki ‘aydın - yönetici’
kılıklı despotlarda, her şeyin en iyisini kendisinin bildiği, halk için ne
lazımsa kendisinin bilebileceği gibi bir düşünce hasıl olur. Sonunda, halkı
baskı altına alıp, yandaşlarıyla birlikte sahipliği altındaki dünyayı idareye
koyulur. En kötüsü de, bu işlemleri yaparken devlete ait güçleri kullanmakta
beis göstermez. Firavun makamına yükselir, halkı (dolayısıyla Hakk’ı)
ezer. Eleştiriye tahammülsüz, akla düşmandır. Aklını işleteni asla yanında
istemez. Onun düşüncelerini kat’a duymak istemez. Çünkü kendisi en iyisidir.
Çok daha kötü bir durum vardır bu esnada: idare edilenler (halk) despot
idarecinin, idaresinden tümüyle memnuniyet içindedirler ve destekleri tamdır,
öyle ki, destek hızını artırarak devam eder. Çünkü zorba idareci, küçük küçük
de olsa taraftarlarına maddi menfaatler sunmaya devam edecektir.
Zeytin Kanunu ilgili
maddesi şunları söyler: “Zeytinlik
sahaları ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinliklerin vegatif ve
generatif gelişmesine mani olacak kimyevi atık bırakan, toz duman çıkaran tesis
yapılamaz… zeytinlik sahaları daraltılamaz…”
Hal böyleyken, birinci
sınıf tarım alanında dikili bulunan ve verim çağlarının en olgun zamanında
bulunan 80 yaşlı 6000 (altı bin)
adet zeytin ağaçları kesilir. Hem de yüksek yargı makamının kararının verildiği
(tebligat gerçekleşmemişti ama kararı biliyorlardı) günden
sonra. Şimdi durun, despotik idarenin sözcüsü şunları söyler: “enerjiye
ihtiyacımız vardır. Zeytin kanunundan kaynaklanan bir durum varsa düzeltilir”. Ne
demektir bu? Kanunu değiştiririz, fabrikayı yaparız!. Meclisteki çoğunluğuna
güvenerek söyler bu sözleri. Zorba, kendine tabi olacak emir erleri mi
doldurmuş oraya? Böyleyse vay geldi başımıza!..
Hukuk devleti, yazılı
kanunlara riayet eden, edilmez ise yargıda hesabını veren bir idare sistemini
anlatır. Yukarıdaki örnekte hukuk devleti mi, kanun devleti mi, guguk devleti
mi örnekleniyor?
Zeytinliklerine sahip
çıkan, geceli gündüzlü nöbetler tutarak korumaya alan YIRCA köylüleri, bizlere
direnmeyi öğrettiler, direniş ile neleri elde edebileceğimizi gösterdiler. 6
Bin zeytinleri gitti ama çok önemli bir hususiyet kazandılar. Birlik-beraberlik
içinde başaramayacakları hiçbir şeyin olmadığına topluca inandılar. İmanları
büyüdü. Bu kazanç, gelecek için çok daha önemlidir. Şimdilik, despotizm
kaybetti.
Dinci rejimin dayattığı
despotik istikrarsızlık, özel şirketin eli sopalı adamlarına, kullandığı devlet
gücüne karşı, Yırca köylülerinin Hakk’lı direnişleri karşısında kaybetmiştir.
Despot idarenin savunucusu
yandaş gazetenin bir yazarından bir cümle alıntılayalım da, cevap kendi
yazarlarından gelsin:
“Despotik yönetimler, zalim tiranlar, meydanlardan taşan halk iradesini
eğip bükmeye çalışabilirler. O sokakların sesini anlamazlıktan gelebilirler.
İmkân ve kabiliyetleri ne olursa olsun bütün yapıp ettikleri onları tarihe
maskara edecek biçare bir pantomimden ibarettir.”
(Gökhan Özcan, 3 Şubat 2011, Yenişafak)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder