Geçenlerde sosyal medyada
şu mesajı yazmıştım:
“Neredeyse, Ülkücülerin de Laiklik karşıtı olduğunu düşünmeye
başlayacağım. Allah muhafaza. Kişi korkularını kendisi yaratır.”
Bazı arkadaşlarımız
görüşlerini bildirdiler:
Ahmed Kür Şad, “Adamın birinin dediği gibi ‘bir insan hem
laik hem Müslüman olamaz’ cümlesi, yalanın da, saçmalığın da daniskasıdır. Laik
olmayanın Müslümanlığında sıkıntı vardır.”
Dedi. Karşı olan bir arkadaşımıza cevaben de ilave etti Ahmed Bey: “Şeriat zaten meşhur ismiyle laikliği
öngörmüyor, emretmiyor mu … ağabey? İnönü ile başlayan ve günümüze kadar devam
eden, CHP politikalarının, insanların beynine soktuğu laiklik=dinsizlik
algısına neden kanıyoruz?”
Sait Yakut Bey, “Laikliğe karşı olduğunu” açık
yüreklilikle açıkladı. Öyle sanıyorum ki, Sait Bey, Laikliği dinsizlik olarak
anlıyor. Belki de karşılaştığı veya tartıştığı kişilerin laikliğe bakış
açılarını sorgulama ve eleştirme anlamındadır.
İlhan Yalçın enteresan
tespitler yaptı: “Neredeyse
1/3’ü karşı, 1/3’ü fikir beyan etmiyor, kalan 1/3 ise benim gibi devletin
laikliğini savunuyor, tablo vahim” dedi. Böyle ise gerçekten
vahim. Hele şu fikrini açıklamak cesaretini gösteremeyenler, daha da vahim bir
durumun içinde.
Ekrem Erdem farklı bir
pencereden yaklaştı meseleye:
“Korkunuzla yüzleşin… çok önemli bir yaraya parmak basmışsınız. Günümüzde
kendine Ülkücü diyenler içinde neler yok ki.. ümmetçi, gerçek laiklik karşıtı,
mafya sempatikleri v.b.. say, sayabildiğin kadar. Saf bir Ülkücü ve Ülkücülük
olduğuna inanmıyorum. Bu söz sadece dudaklarda bir Türkü olarak kaldı.
Eskilerden kalma bir-kaç deliyi arıyorum! Arif olan anlar”.
Sait Bey, “Türküm, milletimi seviyorum, Müslüman’ım
Şeriat istiyorum. Mevcut sınırların ötesinde Turan ve İslam coğrafyasında
hükümran olmak istiyorum. Ben Ülkücü olamaz mıyım?”
diye soruyordu.
Murat Alparslan Tekoğlu Bey
uzunca bir açıklama yaptı, önemine ve doyuruculuğuna binaen olduğu gibi buraya
alıyorum:
“Türkiye’de doğru tanımlanmayıp istismar edilen kavramlardan birisi
olan laikliğin ne anlama geldiğini kendisine aydın denilen zümreye sorsanız
muhtemelen şu cevapları alabilirsiniz:
-
Din
ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması.
-
Din
ve inanç özgürlüğü.
-
Dinsizlik
(İslamcı aydınların tanımı).
-
Devletin
inançlara eşit mesafede bulunması.
-
Çağdaşlaşma,
batılılaşma ölçütü Vs.
Bütün bu tanımlamaların laikliğin ana fikri olmayıp kişi ve kurumların
kendi anlayış, inanç ve ideolojileri doğrultusunda istismar edip kısmen veya
tamamen uydurdukları tanımlamalar olduğunu düşünüyorum.
Laikliğin özü / doğuşu, batı kilisesi ve ruhban hegemonyasına karşı
olmaktır. Kendilerini tanrının yeryüzündeki oğulları, temsilcileri gören ruhban
sınıfının tanrı ve din adına insanlara zulmetmesine karşı gösterilen tepkinin
adı olan laiklik her ne kadar Hıristiyan batıya ait bir kavram olsa da ortaya
koyduğu anlayış ve prensiplerin İslam’ın ruhuna uygun olduğunu düşünüyorum.
Zira İslam da ruhbanlığı kesin bir dille reddeder. Bu ruhban sınıfının
insanları yoldan çıkaran ve saptıran bir zümre olduğunu bir çok ayette ifade
eder.
İslam’a göre hiçbir kimse veya kurum Allah’ın halifesi, temsilcisi,
gölgesi Vs. falan olamaz. Hiçbir mevki ve makam Allah’ı temsil etme iddiasında
bulunamaz. Böyle bir iddiada bulunarak insanlar üstünde tahakküm kuramaz. Böyle
bir düşünce Allah’tan rol çalmaktan öteye gidemez.
Sonuç itibariyle laiklik, taşıdığı anlam gereğince İslam ile çelişmez.
Bilakis tam uyumludur. Laikliği dinsizlik olarak algılayan bir kısım İslamcı
aydınların içine düştüğü yanılgı laikliği sekülerizm yani dünyevileşme kavramı
ile karıştırmalarıdır. Bu insanların yanılgıları kadar laikliği sekülerleşme
olarak algılayıp devlet yönetiminde minvalde yanlış tatbik edilen ‘laikçi’
yönetici zümresinin de hatalarını kabul etmek gerekiyor.
Dolayısıyla bir kimse ben laikliği benimsiyorum veya benimsemiyorum
diyorsa önce o kişiye laikliği nasıl tanımladığını ve laiklikten ne anladığını
sormak gerekir diye düşünüyorum.”
****
Şimdi 30 Ekim tarihli
Hayrettin Karaman (laiklik karşıtı) yazısından
cümleler alalım:
“-Müslümanların karşı çıkmaları gereken ilke laikliktir. –Türkiye’de
devlet dine cephe almış, halkı dinsizleştirmeye yönelmiştir. –Devlet, din
hayatına müdahale ve dindarlıkla mücadele etmiştir. – Devlet, dinin yerine
bilimciliği ikame etmeye çalışmıştır. –Bazı batı ülkelerinde olduğu gibi
yumuşak bir laiklik uygulansa bile Müslüman buna razı olmayacaktır. –Yasama,
yürütme, yargı, denetim gibi alanlarda, daha doğrusu hayatın her noktasında,
meşruiyet kaynağının din olması lazımdır.”
****
2004 yılından sonra yapılan
Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında, güvenlik belgesinde yazılı bulunan
‘irtica’nın tehlike olmasının çıkartılması için çabalayan ve başaran Başbakan
Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı makamında yaptığı ilk Milli Güvenlik Kurulu
toplantısında, 30 Ekim 2014 tarihinde irticanın/gericiliğin (Paralel
Devlet) yeniden tehlike olarak ‘Kırmızı Kitaba’ geçirildiğinin
gazetelerde yazıldığını da bilgi bakımından not ederek:
****
Yorumsuz olarak aktardım.
Konunun önemi dikkate alınarak; bu tartışmanın devam ettirilmesinin faydalı
olduğuna inanıyorum.
Görüşlerinize,
eleştirilerinize, yorumlarınıza konunun devamı ve olgunlaştırılması açısından
ihtiyaç duyulmaktadır.
Harun Meral :
YanıtlaSilLaiklik dinsizlik değildir aslına. Maturidi anlayışına uygun bir muhtevası da vardır. Ama laikliği dinsizlik veya din karşıtlığı olarak uygulayanların bu ülkede uzun süre iktidar olduğunu da unutmamak lazım
İlhan Yalçın :
YanıtlaSilHocam, milli hassasiyete sahip aydınlarımızla, devlet gücünü elinde bulunduranların kısa ve açık şekilde ortaya koyacağı "laiklik" kavramına acil ihtiyacımız var.
Hatta, "laik" kelimesinin üzerinde oluşmuş menfi mana sebebi ile bu kelimenin yerini alacak yeni bir isimlendirme ile , laik kelimesini kilise/devlet ayrımı manasında bırakmak sıkıntılarımızı çok önemli ölçüde kaldıracak, milletimizce de benimsenecektir görüşündeyim.
Yakup Erdal Ertürk :
YanıtlaSilKimin neye inanıp neye inanmadığı kendi has bahçesinin özel bir problemi olduğunu öğrendiğimiz ve neye inanması gerektiğini dayatmaktan vazgeçmemiz gerektiğini anladığımız gün, laikliğin ne anlama geldiğini anlayabileceğiz. Bütün Türklerin birliğini hedefleyen bir kişi, birbiri ile problemleri olan her dinden, her mezhepten, her meşrepten Türk'ün olduğunu bilmeli, hepsini bir görecek tek bakışın dini bireyin özel alanına terk etmek olduğunu da anlamalıdır. Bir Türk milliyetçisi için laiklik olmazsa olmaz zorunluluktur. Aksi diğerine kendininkini dayatmaktır. Parçalanmaktır. Yıkımdır...
Fahrettin Öztoprak :
YanıtlaSilOsmanlı en büyük laik devletti. Hatta Osmanlı Türkiye Cumhuriyeti'nden bile daha çok laikti. Osmanlıda Yahudiler hür ve müreffeh olarak yaşamışlar, kimse Yahudilere karşı saldırı olayları ve halk hareketi yapmamıştı. Ama bu 1934 yılında Trakya Yahudilerine karşı yapıldı, bir haham öldürüldü, pek çok Yahudi kadının ırzına geçildi, pek çok Yahudi işyeri ve evi yağmalandı, bu yüzden ülkemizdeki Yahudilerin çoğu yurt dışına göç ettiler. Devlet de olaylara seyirci kaldı, yapanlar hakkında hiçbir işlem yapmadı. Oysa Osmanlı Yahudileri İspanya'dan 1492 yılından itibaren ülkemize getirmiş, onlara kol kanat germişti.
Sabri Öğe • Takip Et • Haber Ajanda Dergisi'de çalışıyor
YanıtlaSilİslam inancı ve onun şeriatı, insan ve toplum hayatının bütününü kapsar. Bu, İslamın kesin hükmü, Müslüman için yükümlülüktür. Kur'an ve sünnetle net ve kesin olarak bildirilmiştir. Bu emre zerre kadar dahi karşı çıkmak, İslam dışına düşmek demektir. Laikliğin hangi türü olursa olsun, Şeriat-ı Muhammedi ile bağdaşır mı? Hayır asla! Geçici olarak ayrı şey, ama esasta, bir Müslüman asla laik olamaz. Ama bir Müslüman mutlaka şeriatçıdır. "Müslümanım ama şeriata karşıyım...Müslümanım ama, laik düşünceliyim"
diyen insan ancak kendisini kandırır ve kendisine yazık eder. Bu çok nazik bir konudur, gelişigüzel konuşmaya gelmez. Müslüman Türk milletinin bağrından çıkmış olan Ülkücü evlatlarımız ve kardeşlerimiz neden bir konuyu gerçek otoritesinden dosdoğru öğrenmek yoluna gitmezler de, yarım yamalak bilgilerle tehlikeli uçurumların kenarında dolaşırlar? Efendimiz, din konusunda tartışmayı yasaklamıştır. Geçmişteki bir çok toplumun bu yüzden helak olduklarını bildirmiştir. İmam-ı Azam Hazretleri, bir din alimi olan oğlu Hammad'ı tartışırken görmüş ve onu tartışmadan men etmiştir. Bu konu şimdi niçin tartışılıyor ki? Bunu sorup öğrenecek alim mi yok? Zamanımızda dinin hükmünü açıkça söylemekten kaçınmayan İlahiyatçılarımız var. Prof: Dr. Hayrettin Karaman bunlardan birisidir.
Sabri Bey, bilgilendirdiniz, sağ olunuz, var olunuz.
SilSizin yazdıklarınızı zaten Karaman Hocadan alıntılayarak yukarıya not etmiştik.
Zahmet etmişsiniz. Gerçek otorite olarak sunduğunuz hocanın görüşleri yukarıda dururken, niçin ülkücülerin bu otoriteye müracaat etmediklerini sormanız da ilginçtir?
Sanırım,
Siz hiç düşünmememizi, hiç sorgulmamamızı, hiç yeni şeyler öğrenmememizi istiyorsunuz. Sanırım bizlerin cahil kalması sizlerin işine gelecek. Hayırdır? Niye bu yolu takip ediyorsunuz?
Yoksa sizin sormanızı birileri engelliyor mu?
Biz soracağız, araştıracağız, öğrenmeye çalışacağız...
Sizi, H. Karaman'ın karanlık bilgi çukurunda mutlu olmaya devam etmeniz için dualar ediyorum.
Sağlıcakla kalınız. Açık yüreklilikle yaptığınız bildiriminiz için ayrıca çok ama çok teyekkürler ederim... Saygıyla...