Amerika Birleşik Devletleri
Başkan Yardımcısı Bidden, “IŞİD’in
Türkiye gibi müttefikler yüzünden doğduğunu”
söylemesinden sonra tartışmalar yapıldı ve sonunda, özür dilediydi, dilemediydi
düzleminde devam etti gitti. Özür dilediğini söyleyenler havuz medyası
taraftarları, diğerleri ise bekledikten sonra, Başkan’ın kendi ağzından “özür dilemediği”ni
söylemesini tekrar etmekten öteye, kısır siyasi kapışmayı geçmemişti. İstanbul
ziyaretinde ise konu hakkında soru sorulmasına mani olunmuştu. Engellemenin
kimden geldiğini ve neden engellendiğini bilmiyoruz. Bu engelleme işi ülkemizde
pek sık rastladığımız bir eylem tarzı olduğundan, Yeni Türkiye’nin
sıfatlarından olduğunun bilinmesi ile üzerinde durulmaya değer görülmemiş
olabilir. Özellikle Güney Doğu yöresinde meydana gelen olayların basında
yazılması, üzerinde konuşulması hemen mahkeme kararıyla yasaklanır ya,
alışkınız biz, alışkınız!.
Bidden niye geldi?
Kameralara karşı ve bilmemiz istenen kadarıyla bize yapılan açıklama şu: “Suriye
meselesi, IŞİD’le mücadele ve Enerji güvenliği ve araya sıkıştırılan Kıbrıs.
ABD ile Türkiye’nin stratejik, model ortak olduğu ve ilişkilerin mükemmel
düzeyde bulunduğu.” Bunlar sıradan herhangi bir ülke ile yapılan
görüşmeler sonunda bildirilen açıklamalara benziyor. Mutabakatın bulunduğu
sorunlar üzerinde saatlerce (planlanandan 3 saat fazla) görüşmeler
niye yapılır? Yoksa açıklanamayan ve bizden saklanan bazı bilgiler mi var?
Toplantı sonrası gazetecilere yapılan açıklama toplantısında soru sorulmasına
mani olunması da ilginç fikirleri üşüştürüyor nedense. Her mani oluşun, bir
gerçeği kapatma ihtimali yüksektir nede olsa!.
‘Model ortaklık’ artık
tıkanmış, çalışmıyor gibi. Sebep ne olabilir? Derinlerle görünenler arasında
bir çatışma mı söz konusudur? Mesela şu üçüncü göz meselesi; Afrika dönüşünde uçakta
gazetecilere ‘çözüm süreci’ hakkında: “Amerika’yla çözemeyiz.
Kürt’ü, Türk’ü, Laz’ı, Çerkez’i biz bu sorunu kendi aramızda çözeriz” açıklaması,
Başkan Yardımcısı ile görüşmenin uzamasına sebep olabilir mi? Ümit ederim ki,
bu söz de, Libya için söylenilmiş -Ne
işi var Nato’nun Libya’da- sözüne benzemez. Çünkü
derinlerden dayatıldığına inandığım bu çözüm sürecinin her aşamasında, bu süreci
dayatan da bulunmak istiyor, çünkü işler istenildiği gibi hızlı ve yolunda
gitmiyor. Bir yandan Türkiye’de milletvekili genel seçimleri sath-ı mailine
girilmek üzere, bir yandan mesela İmralı’daki mahpus bebek katilinin ev hapsine
razı olunması ve bu politikanın yukarılardan dayatılması rahatsızlık veriyor
olabilir mi? Veya Suriye rejimi ve Esad’ın gönderilmesi hususunda düşünceler
arasında bir ayrılık mı var? Yoksa Rusya ağırlığını koyarak Suriye üzerindeki
oyunlara son verilmesini mi istedi? Yoksa-yoksa BOP eş başkanlığına halel mi
geldi?
Milli Gazete yazarı Prof.
Seyfettin Erol’un 24 Kasım tarihli yazısına bir göz atalım, şu tespite ne
dersiniz: “Bu ziyaretin önemli
sonuçlarından biri de, ABD’nin Türkiye’yi Mayıs 2013’ten bu yana tecrit etmeye
yönelik politikalarına her şeye rağmen ‘esnek mukavemet stratejisi’
çerçevesinde direnmeye devam edileceği mesajının diplomatik bir lisanla Biden’e
verilmesiydi. Aksi olmuş olsaydı, toplantı ne bu kadar uzun sürer ne de
taraflar basın açıklamasında soru sorulmasından kaçarlardı”.
Ortadoğu’da çıkartılan
karmaşa ve ABD ileri gelenlerinin Türkiye ziyareti (Aralık’ta da Putin gelecek),
demokrasi ve enerji konularının ön perdeye çıkartılarak, asıl gerekçelerin
saklanması ise bir garip dış politika olarak ortaya çıkıyor. Neden mi? Enerji
adı altında ortaya dökülen petrol ve gaz, ileri ülkeler olan ABD ve Rusya için
artık eski önemini yitirmiştir. Bulunan yeni enerji kaynakları (kaya
gazı gibi) özellikle ABD’yi rahatlatmış ve ülkelerin dizaynında
bugünkü enerji konusunu o ülkelerin ihtiyaçları çerçevesinde değerlendirmiştir.
Asla, ne ABD ve ne de Avrupa Birliği klasik enerji ihtiyacı için bir mermisini
bile feda etmezler. Onların amaçları, enerjiyi (petrol, doğal gaz) göstererek,
Ortadoğu’yu paylaşmaktır. Nitekim Ukrayna krizi de, Ukrayna’nın sahip olduğu
verimli topraklar üzerine oturmuştur. Verimli topraklar ve o topraklarda
çalıştırılabilecek genç nüfus.
Buraya bir de enerjiden de
önde, dünyanın başına bela olmaya aday ‘SU’
problemini de ilave etmeliyiz. Türkiye’nin Güney Doğu ve Doğu’sunda bulunan su
kaynaklarının, kendileri tarafından idare edilmesini istemektedirler. Tam da
‘Çözüm Süreci’ safsatasında ‘Üçüncü
Göz’ taleplerinin gündeme taşındığı sıralarda!.
‘Üçüncü Göz’ün amacı, Dicle ve Fırat’ın üzerine
oturabilmek için klasik enerji politikası taktiğini kullanarak, Kürt kartını
açık tutmaktır. Türkiye üzerinden Suriye’ye geçen 152 kişilik omuzu Amerikan
bayraklı Peşmerge askerlerine yapılan ‘Biji Serok Obama’ tezahüratını nasıl
atlayabiliriz? Oraların sahibinin Amerika olması gerektiği daha başka nasıl
anlatılabilir? Bölge için bolca suyu olan, bakir topraklar, yaşlı Avrupa’yı ve
doymak bilmeyen ABD’yi besleyecek verimliliktedir. Yeter ki, toprağı, suyu ve
ucuz iş gücünü kullanmayı becerebil.
Avrupa’nın Ukrayna üzerine
değişik ekonomik politikalarla (Gümrük Birliği’ne girmelerinin istenmesi
gibi) saldırması üzerine, Rusya sessiz kalmamış, direkt
müdahale ederek oynanan oyunu bozmuştur. Bu arada Kırım’ı da ilhak ederek
Karadeniz’e açılan kapısını sağlamlaştırmıştır. Bunun üzerine Rusya’ya petrol
üzerinden oynan oyun, milyarlarca dolarlık zararına rağmen Rusya’yı pek
etkilemiş görünmüyor. Çünkü parasını sağlamlaştırdı, dostlarını kavileştirdi.
Hatta rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bir yıl önceye göre daha güçlü bir Rusya
var şu an itibariyle. Petrolün varil fiyatı yarı yarıya düşmesine ve ABD’nin
dümen suyundaki Suudi Arabistan’ın petrol satışlarında herhangi bir kısıntıya
gitmemesi bile, kıskaca alındığı sanılan Rusya’nın umurunda olmuyor.
İran – ABD yakınlaşmasını
da göz ardı edemeyiz. Yakında sağlanacak olan İran’ın ‘nükleer enerji tesisleri
hakkındaki’ anlaşma ile artık İran’ın ABD ve Avrupa için problem olmayacağı
düşünülmektedir. Ancak, devletlerarası anlaşmalar da karşılıklı talepler masaya
yatırılıp, uzlaşmalar buna göre yapılmaktadır. İran’ın şartlarından birisi de
Suriye ve Esat’tır. Çünkü Esad, İsrail’e karşı sağlam bir kale olarak kabul
edilmektedir. Durum böyle olunca ABD Suriye ve Esad konusunda bir adım geri
çekilmiş olmalıdır. Sanırım, Türkiye’nin, ABD tarafından ‘tecrit edilme’
politikasının sebepleri anlaşılmış oluyor.
Peki, biz ne yapıyoruz?
Saraylar inşaa ederek,
geleceğimizi rahat ve huzur içinde geçirmenin planlarıyla meşgulüz. -Hala, ye kürküm ye- meselesi!..
Aksini söyleyeceklere
sütunumuz açıktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder