4 Kasım 2014 Salı

“Her Nefs Ölümü Tadacaktır”


Hayallerde yaşadığının binde biri kadar yere bassaydı ayağın, anlardın dünyanın kaç köşe bucak olduğunu. Dünya hayalden ibarettir derlerdi de inanmazdım, öyleymiş meğer. Hayal, gölge, yansıma. Bir türlü ayağın yere basamaması da zaten, hayal olduğunu anlatıyor. Yine de, oluşumlara, gösterilen resimlere göre anlayış zuhur ediyor. Bulunulan yere, andaki idrake göre. Hepsi bu.

Oysa biz, nelere nelere sahiptik hayallerimizde, rüyalarımızda. Doğrusu mesuttuk da o günlerde (bu saadet, cenneti ifade ediyor olabilir). Bilmediğin bir âlemde, bilmediğin ilmin derinliklerinde, bilmediğin derin suların serinliğinde yaşarken, aklına geldiği gibi olan hayatın, bitmez tükenmez dik çıkışlarının bir gün tesadüf edeceğini de bilemezdik tabi. Buna da kısmet diyorlar, bizde öyle biliriz. Kısmette yoksa dayak bile yemezsin merak etme derler ya, öyle bir şey işte.

Kader ağlarını örer derler. Şimdi, balıkçı korunağında demirlemiş teknelerde bir faaliyet var, av mevsimi yaklaşıyor. Balıkçılar da ağların örüyorlar. İnce işçilik lazım bu iş için. Kaçan balığa üzülmemek, ah vah etmemek için, şimdiden dikkatli çalışmak lazım. Ağ, ekmek kapısı. Örüldükçe, gelecekte kazanılacak ekmeğin refahın, giderlerinin karşılanması da bu ağlarla mümkün olacak. Ağ örüyor balıkçılar. Geleceklerini kurmak, çocuklarının giderlerinin karşılamak için. Balıkların sonu uğruna örülür ağlar. Birisinin hayrına, diğerinin… Ağ örüyor balıkçılar… Şöyle bir düşündüm de, balıkçılar kadar olamadık şu dünyada, geleceğimizi kurtarmak uğruna bir ağ bile öremedik.

‘Geleceğimizi kurtarmak’ cümlesindeki, ‘gelecek’ kelimesine takıldım şimdi. Biraz yanlış gibi duruyor. Niye gelecek? Ne olacak gelecek de? Sanki geçmiş mi var ki, gelecek olsun? Neye göre, hangi ölçüye göre geçmiş ya da gelecek? Bir nesnenin, öbür nesneye göre uzaklığı, arası, uzunluğu, kısalığı, eğriliği, doğruluğu… Ölçülür. Geçmiş veya geleceği neye göre ölçeceğiz ve anlamlandıracağız! Bir şeyin, bir şeye göre geçmişi veya geleceği.

Abdülkadir Geylani Hz.lerinden şu cümleyi hatırlıyorum: “Gelecek günü, geçmişin yanına bırak, yarının gelmesini düşünme, işlerini bugünde bitir. Yarın, sabah olduğunda, bu hayata veda etmiş olabilirsin.” Gelecek, geçmişin yanına bırakılırsa, geriye şimdi kalır. Şu an. An, Dem kalır. Peki, bizim çabalarımız, yorulmalarımız boşuna mı? Bu derece, kazanma hırsına kapılmamızdan bize kalacak olan sadece yorgunluk mu, boşa geçen zamanlar mı? Ehlullah diyor ki; “Şah damarından daha yakın olan” tarifiyle sana anlatılmak istenen, senden başkası değil. Hani “her ne arasan kendinde ara” derler ya, arayacağın kendinden başkası değil, yani sen bu dünyaya kendini bulmaya gelmişsin. Aynaya bak, görüntüdekini tanıyabiliyor musun? Yoksa sana bir yabancılığı var mı? Bir yerlerden hatırladığını mı, yoksa hakikaten bildiğini mi sanıyorsun? Bu sorular önemli. Bu sorulara doğru cevap vermeli, kendini kandırmadan.

Şehadetler, tevhitler, ibadetler, farzlar, vacipler.. Hepsi, hepsi insanı Kendine döndürme yolunu tariften ibarettir. Aynaya bakılınca, gördüğünün Kendi olduğunu anlama ve/veya anlatma temrinleri. Âdem, tam bu noktada düğümdür. İster, teoloji tarihinin anlattığı ilk insan ve ilk peygamber olarak anla, ister yüksek ilmin bildirdiği kâmil insan olarak anla. Nasıl ki, meleklerine emretti: “Âdem’e secde edin” böyle de anlayabilirsin, masalların anlattığı, arabaya tebdil olunan kabak gibi de okuyabilirsin. Şu da doğrudur ki, herkesin anladığı doğrudur. Bir an olsun, ‘melekler’ kelimesini, ‘melekeler’ olarak anlarsak, acaba mana da bir değişim olacak mıdır? Yine bu mana genişlemesinin yanında bir de, ‘Ben’ kelimesini, ‘Yokluk’ olarak anlamaya çalışırsak, acaba nasıl bir sonuca varırız. Melekelerin, İnsan’a tabi oluşuyla, araya giren nefs, ego, benlik gibi isimlerle adlandırdığımız ‘Ben’i var gibi algılamaktan vaz geçersek, yani ‘ben’lik dağını devirirsek, Allah’ın, esmalarında bildirdiği isimlerinin kendinde açığa çıkmasına yardımcı olursun ki, istenen de budur. Öyleyse; ötelerde, yükseklerde, başka mekânlarda veya zamanlarda bir tanrı aramak beyhudedir, olmayana ulaşmak için yapılan boşa çabalardır.

Yazı başlığındaki ayet-i kerimede bulunan ‘tatmak’ kelimesi üzerinde duralım biraz. Tat alma duygusu, bilinçli bir süreci anlatır. Sağlıklı, sıhhatli bir durumu anlatır. Tat alma organlarındaki sağlıklı bir halin olması lazımdır. Aksi halde, tatlının, acının, ekşinin lezzetini ve zevkini almak mümkün olmaz. Hatta tatlar arasındaki farkların da ayırt edilebilir bir durum yoksa sağlıklı bir tat almadan bahsedilemez. Bu itibarla, nefsin ölümü halindeki tat alma da bilinçli olmalıdır. Kişinin, yaşı, beyni, sıhhat durumu ne olursa olsun, mutlak surette bilinçli bir şekilde ve anlaşılabilir bir halde ölümün tadılacağı anlaşılmaktadır. O halde nedir ölüm? “bedenin kullanılamaz hâle gelmesi dolayısıyla, artık bedenini kullanamama ve dünya ile iletişimin kopması hali” ve bu hali her bilinç yaşayacaktır, anlayarak, idrak ederek şuurlu bir halde. Bundan kurtuluş yoktur.

O halde, bedenlenerek dünyaya geliş sebeplerini iyice araştırıp, inceleyip, tefekkür edip anlamak ve istenilenleri uygulamak gerekmektedir.

Gelecekte bir gün yaparım diyerek ömür bitirmek, hazine değerindeki sağlıklı ve genç zamanları harap etmek demek olur. Erenler şöyle söylemiştir: “Unutma ki, gelecek, şu an bastığın basamaklarla ulaşacağın yerdir.” Değil yılları boşa geçirmek, bir anın bile değerini kavrayarak, hedefe azimle yürünmelidir.

Ölüm, istesen de istemesen de bilinçli ve gönüllüdür.

İstenen odur ki, ‘ölüm’ meleği gelmezden evvel, gönüllü olarak canı varlığa teslim et. Yokluğu dünyada iken yaşa ve varlığa gark ol.

Doğruyu bilen Allâh’tır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...