Demokrasi, insan hakları,
çocuk ve kadın öncelikleri, laiklik, anayasalar, kanunlar, sosyal bilimlerin
envaı çeşidini bulmuş ve geliştirmiş dünya, bilimde ve teknolojide dev adımlar
atmış, Mars’ta koloni kurmaya hazırlanan dünya Orta Çağ karanlığına mı dönüyor?
Yok, korkumdan değil, dünyayı idare ettiğini söyleyen ve inandıran dev
adamların yaptıkları, uygulamaya koymak istedikleri aklıma geliyor da, nasıl
olur diye düşünmeden edemiyorum. Olsa olsa bu planlar ancak Orta Çağ
düşünceleri olabilir, hatta orta Çağlar bile ileri düzey bir insanlığı
yaşamışken bunların yaptıkları ve yapmak istedikleri ancak ilkel çağları
anlatıyor olabilir.
****
Dünya üzerinde çok etkin ve
belirleyici çalışmalar yaparak, aldıkları kararlarla dünyanın gidişatına ayar
veren gizli Masonik bir örgüt var; Bilderberg. Bu örgütün kuruluş amaçları
anlatılırken kurucusu şu açıklamayı yapar: “Batı’nın etik ve kültürel değerlerini paylaşmayı ve savunmayı şart” koşar.
Dikkat edilirse bu cümlede, yalnızca kendileri vardır, diğer milletlerin ve
devletlerin ‘değer’leri onlar için önemsizdir, sadece kendi değerlerinin ‘paylaşılması
ve savunulması’ söz konusudur. Erol Bilbilik; “Bilderberg aslında Amerikan sermayesinin
ve elitinin, CIA’in Avrupa ayağıdır” der. Ve “Bu masonik gizli teşkilatın ülkelerin
kaderleriyle ilgili çok gizli kararlar aldığını, Türkiye’nin kaderinin de bu
toplantılarda tayin edildiğini” anlatır.
İster tesadüf deyin, ister
toplantılarda alınan kararlar neticesi böyle olmuştur deyin, her Bilderberg
toplantısının ardından önemli değişimler olmuştur dünya ve/veya Türkiye’mizde,
mesela;
1995, toplantıya katılan
Cem Boyner parti kurdu. 1996, Toplantıya katılan Merkez Bankası Başkanı Gazi
Erçel ile Dışişleri Bakanı Emre Gönensay yurda döndükten 4 gün sonra hükumet
düştü. 1998, toplantıya katılan Dışişleri Bakanı İsmail Cem parti kurdu. Kemal
Derviş Dünya Bankası’nı bıraktı, 3 Mart 2001’de Ecevit hükumetinin Ekonomi
Bakanı oldu. 2007 yılında Bilderberg toplantısı İstanbul’da yapıldı, Cumhurbaşkanlığı
seçimi, 27 Nisan e-muhtırası, Hudson darbe toplantıları o yıl yapıldı.
2012 yılında yapılan
toplantıya Türkiye’den iki yeni isim katılır: Fuat Keyman ve Enis Berberoğlu!
Buraya kadar olan bilgiler
Banu Avar’ın 2012 yılında yazdığı bir makaleden alınmıştır. Avar, yazısını şu
cümlelerle bitirir: “Türkiye’ye
biçilen rol için de ‘Türk’ Bilderberg ‘severlerin’ beyanlarındaki satır
aralarını iyi takip edin”.
Bilderberg’in Türkiye
sorumlusu Henry Kissinger’dir. Ve Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa
Koç her toplantıya katılır ve Türkiye sorumlusudur!.
Fuat Keyman,
televizyonların aranılan bir yorumcusu, gazete köşelerinin devamlı yazarıdır. Artık,
vaz geçilemezler arasına girmiştir. Öteden beri CHP'yi etkisizleştirmek ve
millici politikalardan uzak tutmak Bilderberg’cilerin amaçlarındandır. Hiçte
garibime gitmedi ki, toplantıya katıldığı sırada Hürriyet’in genel yayın müdürü
olan Enis Berberoğlu görevinden ayrıldıktan çok kısa bir süre sonra, CHP’ye
Yönetim Kurulu üyesi olmuştur. Bütün bunları bir tesadüf ve aranılan insanlar
olarak okumak yanlıştır. Ne adı geçenler ne de Bilderberg’in katılımcıları,
bulunmaz Bursa Kumaşı değildirler. Onları, bir misyonun taşıyıcıları olarak
görmek en doğrusudur.
Bilderberg’in Türkiye
sorumlusu Henry Kissinger, Arap-İsrail (Filistin, Mısır, Lübnan,
Suriye) anlaşmazlığı konusunda hatıralarını yazarken şu cümleyi
ilave etmekten çekinmez: “Bazı
Arap devletlerinin Sovyetler’den ayrılmak istemelerine ya da Sovyetler’in Arap
politikasından desteğini çekmeye hazır olana kadar ‘çıkmaza sokma’
politikamızı değiştirmek için hiçbir sebebimiz yoktur” (Noam
Chomsky, Korsanlar ve imparatorlar). Görüldüğü gibi, çıkmaza
sokma, çözümsüzlüğe itme, huzursuzluğu artırma temel politikalarıdır.
‘Çıkmaza sokma’ politikası, küresel yayılmacı çetenin
sunduğu ‘Yeni Dünya Düzeni’ haritasını
şekillendirmek için kullandığı eski alışkanlıklarındandır. Darbeler, iç savaş
kışkırtıcılığı, ekonomik depremler, gazete manşetlerinden verilen ayar
cümlecikleri, yatak odalarına kadar giren ajan çalışmaları, yasalara aykırı ne
varsa rahatlıkla yapabilme yetenekleri pek çok alanda büyük beceriyle
yapabilmektedirler.
Küresel yayılmacılık
politikasının ana uygulayıcısı, dev sermayedarların kurdukları ‘şirket’leri
olmaktadır. Sömürgeci devletlerin, askerleriyle bir ülkeye girmesi ve
sömürgeleri altına almaları artık sonlanmış bir politikadır. Bu sebeple
şirketleri rahatlıkla, yeni yatırımlar yaparak veya zorla uygulatılan
özelleştirme politikalarıyla milli kuruluşları yok pahasına satın alarak
girdikleri ülkeleri, çetenin politikalarına uygun yönlendirebilmektedirler.
Arkalarında ise, çeteler güç birliği halinde durmaktadırlar. İstedikleri
kanunları çıkarıyorlar, istedikleri kararları aldırıyorlar, gerekirse
hükumetleri bile düşürüp isteklerine boyun eğecek yöneticileri bulup
çıkarabilmekte pek mahirler. ‘Parlatılarak’
seçilen bu yöneticiler “oturduğu
koltuk uğruna ülkesinin dönüştürülmesine rıza gösterecek, küresel çetelerin
yenidünya düzeni haritasına boyun eğecektir.” (Figen
Özgen, CIA’nın Çetecileri, İlk Kurşun 2012).
****
Hatırımızdadır, çok değil
bir-kaç ay evveline kadar Türkiye’den bahsederken “dünya gücü”, “bölgesel
güç”,
“bölge lideri”, “yükselen güç”
tanımlamalarını yüksek sesle yaparlardı. Yurt içinde de bu çetelerin yandaşları
aynı kelime ve kavramları döne döne televizyonlarda anlatırlar, tahsisli
köşelerinde de yazarlardı. Bu laflar hep ‘parlatma’ dönemlerine ait, uyduruk
tanımlamalardır. Bir yandan bunları söylerlerken, kendisi bu sıfatlara
inandırılmışlar da tekrar ettikçe, onların bir köşe de kıs kıs güldüklerinden
eminim. Çünkü tekrarlamalar, parlatılanın istenen kıvama geldiğini anlatır!.
‘Küresel Çete’nin
dilindeki, barış, insan hakları, çözüm, dindarlık-dindarlaşma gibi kavramlar,
tamamıyla karşıyı kandırmaya yöneliktir. Senin ülkenin barış içinde olmasının
veya olmamasının onlar için hiç bir önemi yoktur. Senin dindarlığının onların
isteği olması bir yana, dindar olmamak hatta Müslüman olmamak onların
hedefidir. Çalışmaları bütünüyle şeytanla birlikte, şeytanlaştırma
faaliyetleridir. Temel amaçları ise, dünyayı kendilerinin yönetmesi, üretilen
ekonomik refahın kendileri ve aile çevrelerine dağıtılmasıdır. Aile çevresinin
içinde kullandıkları ülkelerdeki devşirilmişler de pek tabii ki vardır. Bunlar,
iş çevrelerinden, bürokrasiden, siyaset takımından olabilir.
Evet, ülkelerin dış
politikada çıkarları politika belirlemede önceliklidir. Ahlakın bulunmadığı
politikalar demeti ise, ‘hep benim ülkemin menfaati’ hesabıyla yapılan politika
üretimleridir. Karşı devletleri hiç hesaba katmadan daima ‘benim ülkem ve
halkımın menfaatleri’ politikaları bu ahlaksızlığı vurgulamaktadır. 2013
yılının, Eylül ayında ABD Başkanı Obama’nın Birleşmiş Milletlerde yaptığı
konuşma bu ahlaksızlığın ipuçlarını vermektedir. Mısır’daki darbe süreci
bağlamında şunları: “ABD’nin
temel çıkarları gerektiğinde, ahlaki açıdan sorunlu rejimlerle çalışmaktan”
kaçınmayacaklarını vurgular. Bunlar nelerdir derseniz; “petrol akışının aksamasını önlemek,
terörist ağları parçalamak, kitle imha silahlarının yayılmasını önlemek,
Suriye’de siyasi çözümü hedef almak, İran’la diplomatik ilişkilere önem vermek,
Filistin-İsrail sorununun çözümü üzerinde durmak”..
Eş Başkanlığını da yaptığımız
“Büyük Orta Doğu Projesi bir
coğrafyayı hedef alıyor, buradaki doğal kaynaklara (enerji-emek), bu
coğrafyanın, yükselen güçler açısından özel stratejik önemine, ABD’nin şiddet
uygulama kapasitesini kanıtlamaya odaklanıyordu. Bu bağlamda birçok yorumcunun
ileri sürdüğü gibi, bu bölgeyi yeniden düzenlemek ile yıkarak kontrollü
istikrarsızlık altında tutmak eğilimleri aynı anda ilerliyordu” (Ergin
Yıldızoğlu, 23.09.2013, Cumhuriyet)
Nerden bakarsanız bakınız,
büyük bir ahlaksızlığı göreceksiniz. Küresel çete amacına ulaşmak yolundaki
pragmatik politikalarını acımasızca uygulama kararlığındadır. Ülkemiz
çevresinde olagelen olayların da bu ahlaksızlıkla birebir ilişkisi vardır.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi’ne sunulması beklenen, IŞİD, Suriye, PKK ve benzerleri konusundaki,
yurt dışına asker sevkiyatı ile ilgili tezkere öncesi bunları düşündüm.
Küreselcilerin değil çağı yaşamak, ilkel zamanlardaki avcıların halini
andırıyor durumları ve aç gözlülükleri.
Milletvekillerinin makulü
bulabilmek, doğruya oy verebilmek gibi çok önemli bir görev önlerine geliyor.
Burada yapılacak hata, içinden çıkılması büyük gailelere neden olabilecektir.
IŞİD konusunda daha önce yazdığımız yazılarda, içinde bulunduğumuz aşamaya
gelinmeden, Türk Ordusunca yapılacak harekâtla IŞİD belasının bitirilmesini
savunmuştuk. O tren kaçtı, şimdi durum çok çok değişti. O günün rahatlığından
uzağız. Her yapılacak işi veya verilecek oyu bin kere düşünmeliyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder