Bayram yazısı nasıl
yazılır? Bilmiyorum.
Bir ay boyunca oruçlarını
tuttular, içinde Kadir Gecesi’nin de bulunduğu bir ay boyunca taat ve itaatle
geçirilen günlerin sonunda Bayram’a eriştiler. Umre’ye gidebilenler, Arafat’ta
durarak, geçmiş günahlarından pişmanlıklar yaşadılar, Beytullah’ı gören lüks
otel odalarında, kaldıkları sürece tanrılarını hatırladılar. Evlerine dönerken
tertemiz Müslümanlar olarak, günahsızca evlerini şenlendirdiler. Ne güzel, bir
Bayram gününde, dost-akraba, konu-komşu, yakınları ve tanıdıklarıyla
bayramlaşıyorlar, gözlerinden, yüzlerinden gülücükler saçıyor, mutlulukları
okunuyor. Geçmişlerine dair zerre kadar bile günah kalmamış. Yeni, taptaze bir
başlangıç yapıyorlar hayatlarına ağızlarında lokum tadıyla… Afiyet olsun. Dokuz tekbiriniz kutlu olsun.
Tebrikler.
Ne güzel!...
Sıkıcı gelmezse, bu
günahsızlık içinde farklı bir konuyu gündeme getirmek niyetindeyim.
Bismillahirrahmanirrahiym.
Bilen - bilmeyen, anlayan -
anlamayan herkesin rahatlıkla kullandığı bir tanım var. ‘Algı yönetimi’.
İnsan algısının istendiği yönde iş yapmasını sağlayan, sosyo-psikolojik
düzenleme çalışması. Sınırlı sayıda, az bir kişi değil söz konusu olan. Toplum.
Halk.
Bu çalışma sonunda, geniş
halk kesimlerinin zihinleri, duyguları,
düşünceleri, iş yapabilme yetenekleri dumura uğrar ve düzenleyici nasıl
istemişse ona göre iş yapılmaya devam edilir. Tek seslik, dikte, robot
hareketleri, düşünme yasak, analiz yetenekleri köreltilmiş koca bir toplum,
yekpare vücut gibi tek yerden emir alır ve aynı hedefe doğru adım adım
giderler. Sürüleştirme projesi de denebilir bu duruma. Kösemeni takip eden
sürü, yardan atlarken bile asla düşünmez, nereye gittiğini!.
Önemliler, önemsizler
olarak ayrılan değerler, küresel güç odaklarının hangisini işaret etmeleriyle,
toplum olarak o noktaya odaklanma gerçekleşir. Yazılı basın ve televizyonlar,
bu güçlerin kontrolü altında olduğundan, istedikleri programları, istedikleri
yöntem ve etkili bildirimlerle, zayıflatılmış beyinlere enjekte ederler.
Böylece, kuvvetli propaganda teknikleriyle esareti altına aldığı geniş toplum
kesimlerine yaptıramayacağı bir şey bulunmaz. Kesinlikle gizli bir süreç
değildir anlatılan. Yalın ve dolaysız bir süreçtir. Her şey göz önündedir.
Çünkü kanunlara aykırı bir tarafı yoktur.
Peki, kanunlarda yazılmamış
ve suç kokan bu süreç gerçekten masum mudur?
Nasıl ki, bir insanı
zindana kapatıp, çevreyle ilişkisini kesip onu mankurtluk seviyesine kadar
işkenceden geçirmek suç ise, toplumların hafızası ve zihinleri üzerinde yapılan
sosyal mankurtlaştırma çalışmalarının da suç olması ve yasaklanması gerekirdi.
Bunun yapılması ve yasaklanması oldukça çetrefilli, oldukça girift bir
meseledir. Tespit edecek sosyal uzmanların tarafsız bir gözle olayları süzmesi
ve raporlaştırması, suçun tespiti hakkında karar verecek hâkimlere, ilmî ve
emek mahsulü raporların ulaştırılması öyle kolayca yapılabilecek de bir iş
değildir. Aslında bu durumun dünyevi yönetimlere yaptırılması da
gerekmemektedir.
Bu sırada ahlak devreye girmelidir.
Ahlaki bir davranış, gücünü Hakk’tan alan bir ahlaki davranış silsilesine sahip
yöneticilerin, toplum ile yönetim arasındaki ince dengeyi kurabilme
yeteneklerinin hayata geçirilmesiyle vücut bulur. Ki, bu durum İslamiyet’in
hakikatinin ilimde, yönetimde, sosyal hayatta ve ahlakta iktidar olması
gerektiği sonucunu doğurur. Ezberlenmiş ve siyaset meydanlarında tekrar edilen
bazı kelamların toplum huzurunda söylenilmesinin, toplumu kandırma,
yönlendirme, kendine inandırmadan başka hiçbir manası yoktur. Bu kelamların
hayat nizamı, düşünme temrini, yol kılavuzu yapılması gerçekleştirilmedikçe,
papağanın tekrar etmesi sonucunu doğuracaktır. Bu tarz çalışmalar da, toplumun
algısının düzenlemesine yöneliktir ve bu bir suçtur. Hz. Muhammed bile sadece ‘tebliğ’ ile görevlendirilmişti çünkü.
İslâm ahlakıyla ahlaklanmış
bir siyasinin yapacağı ancak şudur: fikirlerini, düşüncelerini, programını,
yalana, dolana, karartmaya başvurmadan şeffaf bir biçimde insanlara anlatır ve
sonucunu bekler. Kendi programının kabul ettirilmesi, insanların zihinlerine
zorla sokulması faaliyetlerinden uzak durur. Zorlamadan kaçınır. Beyin, zihin,
tarihi bellek, yorumlama yetisi, karar verme becerisi tüm insanlarda vardır
çünkü. İnsanların bu özellikleri üzerinde asla ve kat’a oynamaz, oynanamaz.
Bilir ki, insanlar Allah’ın yarattıkları olarak Hakk üzeredirler. Sistemle
oynamak, Firavunların işidir.
Rahmetli Durmuş Hocaoğlu,
2023 dergisine (101. Sayı) 15 Eylül 2009’da verdiği mülakatta, temas ettiği
hususlar, bugünlerde nasıl da su yüzüne çıkmıştır, okuyalım:
“Hükümranlık, Léon Dugit’in isabetli tanımında belirtildiği
veçhiyle, ‘irade’dir. Bir siyasi toplumun, başka hiçbir toplumla asla ve kat’a,
kendi iradesiyle, kısmen ve tamamen de olsa, bölüşmesi, paylaşması, vaz
geçmesi, devir ve temlik etmesi, ferâgat ve fedakârlıkta bulunması söz konusu
olmayan var oluş irâdesi. Eğer bir toplum kendi hükümranlığını, kendi içinde
yerel feodalliklerle, kendi dışında da -AB- gibi daha üst bir irâde ile
paylaşmaya, devretmeye rıza gösteriyorsa bu toplum ‘millet’ olma statüsünden
düşer. İşte Türkler tam da bu kritik çizginin üstünde durmaktadırlar.”
Ölüm döşeğindeki ve son
anını yaşayan bir insanın hali şöyledir: “Bu halde insanlar bir nevi katalepsi formuna girerler, yâni belki
vücutlarını bıçakla kesseniz acı bile duymayabilirler. Türkler şu anda bir nevi
bu hâlde bulunuyor; etraflarında olup bitenleri idrâk edemiyorlar, gözlerinin
önünde oynan pantomimi anlayamıyorlar; hükümranlıkları ellerinden alınıyor, ama
onlar bunun farkında değiller. Bin yıldır efendi olduğu topraklarda düşüyorlar,
‘sukut’ hâlindeler, ama bir şey hissetmiyorlar, bu topraklarda düşenin bir
daha kalkamayacağından haberleri yok, anlatmak isteyeni dinlemiyorlar.”
Nasıl? zihinleriyle,
beyinleriyle, algılarıyla oynanan insan topluluklarını bundan daha iyi tarif
eden paragraf nasıl yazılır?
İnsanın en kıymetli organı
beynidir. Beyin ki, Allah’ın idrak edildiği, hayatın tanzim edildiği,
insanlığın neşv-ü nema bulduğu ana merkez. Bu merkeze, dışarıdan yapılan
taarruzlar neticesi, çalışamaz, düşünemez, iş yapamaz hale getirilmesi, Allah
Sistemine karşı yapılan bir taarruz, sistemi değiştirmeye yönelik bir çalışma
niteliği gösterir ki, Firavun benzetmesi de buradan gelmektedir. Algı
düzenlenmesinin de manevi bir suç teşkil edişi de anlaşılmış olmalıdır.
Böylece, beyinlerine
hükmedemeyen ahalinin, birilerinin (ki, bu genellikle şeytandır)
emrine girmesi, onların isteklerini emir kabul etmesiyle, yaşanacak olan kader,
yıkıcı, yakıcı, kavurucu bir cehennem kaderinden başka bir şey olamaz.
Ne güzel. Oruçlar tutuldu,
Kadir Gecesi idrak edildi, bayramlaşıldı. Anadan doğulduğu gibi, tertemiz,
bî-günah halde hayatları devam ediyor.
Bundan daha büyük mutluluk
olur mu?
Bayramınız kutlu olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder