Acı nedir?
Hakikate erişebilme
çabalarının tümü.
İlmin çıkış ve geliş
yerinin kestirilip, çalışmaların (ibadetlerin) o
yönde derinleştirilmesi sürecinde karşılaşılan sıkıntılar, engeller,
kesintiler.. ne var ki, acıların kaynağı, sahip olunduğunun zannedildiği eksik
ve/veya yanlış malumatlar. Yanlışlık veya eksilik tespit edildiği anda zaten
teorem çözülür. Başka bir ifadeyle, teorem sahip olunan hatalı bilgiler (ön
yargılar) nedeniyle çözülememektedir.
Tam da anlaşılamamış bir
kavramdır Seküler(leşme). Bir kısım İslamcı yazarlar, tamamen din dışı,
dinsizlik, ateistlik gibi manaları yüklüyorlar bu kavrama. Yapılan bir
sosyolojik eylem üzerindeki yorumlamalarında baktıkları ilk yer burası oluyor.
Eleştiriyi getirenin, geliş yerine dikkat kesiliyorlar. Kendilerinden değilse,
suçlama hazır. Seküler aydınlanmacı. Bir-kaç ayet, hadis sıkıştırılmışsa
çözümlemeye ee, o iyi, dindar bir insan, öyleyse bu analiz değerlidir. Mantık
bu. Kabul bu olunca, kısır döngüler içinde, birbirini anlayamayan düşünür ve
tenkitçiler enerjilerini boşa harcayıp gidiyorlar. Çatışmanın temeli ise, sahip
olunan, eksik, eskimiş, gelişmeye kapalı anlamsız inançlardır. İslamiyet’in
düşünceyi yasakladığı hiçbir devirde, hiçbir kuralda görülmez. Dinin toplumsal
ve sosyal hayatta oynadığı başat rolünü kim inkâr edebilir?
İslamcılardaki Korku şudur,
modernleşme ilerledikçe, akli ilimlerde merhale alındıkça dinin, bireysel ve
sosyal hayattan atılacağı. Bu düşünce sanırım ki, kiliseyi sosyal ve kamu
hayatından atma çalışmalarını yıllardır sürdüren Batı toplumlarının edindiği
tecrübelerinin birebir Türk toplumuna uygulanarak bir sonuca varılmak istenmesi
çabasıdır. Biz Hıristiyan değiliz ki? Benzerlikler kurularak, analizler -
çözümlemeler yapılabilir, ama birebir budur demek, ille de böyle olacaktır
demek bizleri yanlışlara sürükler. Kaldı ki, benzeri düşüncelerin bizleri,
ilimden, tefekkürden kısaca medeniyetten uzaklaştırdığı da bir gerçektir.
Medeniyet, dünya kurulalı,
insan var olalı beri aynı kaynaktan gelen bilgilerin, insan huzuru, insan
algılamasına sunulan var oluş olgusunun, hayat nizamının, belli bir mizan
içinde birikimi ve bu birikimin kullanılmasıdır. Atıl değildir, değişken ve
gelişkendir. Daima yukarılara (şuur) doğrudur.
Atatürk’ün “Yüksel Türk” hitabı ilim ve medeniyetin insan için
referans ve algı açıcı bir kapı olduğunu anlatır, aynı zamanda yükselme
mekânının insanın kendi içinde (ruhen) olduğunu da mecazen
bildirir. Bu itibarla medeniyet tanımı yaparken, ‘Doğu Medeniyeti’, ‘Batı
Medeniyeti’ gibi sınırlamalara girişmek doğru değildir. Batı matematiği, Doğu
fiziği gibi bir tanımın kabul edilemeyeceği bir gerçektir. Medeniyet,
insanlığın ortak malıdır, insanlığın yükselebildiği seviyenin not edilmiş
halidir. Burada önemli olan, medeniyete senin hangi katkılarda bulunduğundur.
Önce elimizdeki medeniyeti
kaçırdık Batı’ya doğru. Batı, Doğu’dan aldı medeniyeti, geliştirdi, büyüttü,
kendinden elbette çok şeyler verdi. Düşünce sistemi olarak, inanç sistemi
olarak, hayat biçimi olarak kendinden, ruhundan epeyce yüklemeler yaptı. Bu
doğal bir sonuçtur. Şimdi biz Batı’da sandığımız medeniyeti almak ve
içselleştirerek insanlık malı medeniyete katkılar yapmak istiyoruz. Sorun da buradan
çıkıyor. Batı’dan alacağımız medeniyet, bir Hıristiyan medeniyeti! Kilisenin
emri ile başlatılan Haçlı Seferleri sonucunda Doğu Medeniyeti ile tanışan
Batılılar, Hıristiyanlık, kilise ve sosyal yaşam kültürlerinin de etkisiyle,
vahyin yerine aklı geçirerek, yaşadıkları Rönesans’la birlikte, insanın yönünün,
tanrıdan dünyaya çevrilmesi söz konusu olmuştur. Böylece dinin insanı ve sosyal
hayatı yönlendirici etkisi zayıflamıştır. Acaba bizde de böyle mi olacaktır? Bu
düşünceye sahip olanların keyifle söylemeleri gereken bir şey vardır, iyi ki,
Hıristiyanlar medeniyetlerini geliştirirken Kilise’nin etkisinden
kurtulmuşlardır. İyi ki, bilimsel çalışmalar yaparken Hıristiyanlık etkisinden
sıyrılmışlardır. Ben bunu açık yüreklilikle söylerim. Böyle olmasaydı,
engizisyon ıstırabının henüz silinmediği Batı’da ne gibi gelişmeler olurdu?
Hiç!.
Yoo, hayır! İlahi hükümler
yerine geçirilen hurafeler ve bu yanlış inançlar üzerinden sağlanan kazançlar,
edinilen makamlar, şöhretler sonlanacak. Sanırım, onların korkuları budur.
İnsan bir mana üzerinedir.
Gelişi, duruşu ve gidişi bir mana üzere. Okuma yazma öğrenme, ilim tahsil etme,
sanat (veya zanaat) ile meşgul olma, insanlara yardımcı olma, bir yetimin
başını okşama, mesleğini en iyi şekilde yapma hep bir mana üzeredir. Hep bir
amaç içindir. Zahiren, yapılan çalışmalar karşılığı para kazanma ve çocuklarına
barınma, giyinme, eğitim, sağlık giderlerine karşılama zorunluluğu görünür.
Derinliğine inince, bunların yanında yapılan her iş, her meslek, her yardım,
her sohbet ve sohbete katılma, gönül alma gibi eylemlerin ibadet olduğu idrak edilir.
Böylece, Kim’e hizmet ettiği, ne için hizmette bulunduğu anlaşıldığı an,
aynanın üzerindeki tozların silindiği gibi âlem berraklaşır. İşte medeniyetin,
neşvünema bulduğu an böylesi bir andır. Âlemin berraklaşmasıyla, ne ayrı
dinler, ne ayrı ırklar, ne de sen-ben kavgası kalır. Tek amaç medeniyet atıyla
huzuru ilahiye yolculuk kalır.
Sünnetullah medeniyettir.
Medeniyet insandır.
Hz. İnsan!..
Mehmet Kurthan :
YanıtlaSilBATI toplumları demokrasiye kolay ulaşmadılar, Laiklik şemsiyesi altına sığınıncaya kadar Engisizyonları gördüler... 1400 yıl kanlı din savaşları verdiler.. Sonunda bir BARIŞ ŞEMSİYESİ olarak SECULARİZM fikri etrafında buluştular.... Onlar 600 yıl boyunca LAİKLİĞİ içlerine sindirdiler... Bu nedenle DEMOKRAT olabildiler..
Bizler, DEMOKRASİ’yi büyük mücadeleler vererek kazanmadık… Bizler, Laikliği elde etmek için 1400 yıl kanlı din savaşları vermedik.. Bir büyük insan çıktı… Bunları bize altın tepside sundu.. LAYIK olun dedi.. Mücadele vererek elde etmediğimiz için toplumumuz Demokrasinin de Laikliğin de kıymetini yeterince bilemedi.... Toplumumuz elinden alınanların kıymetini anladığı gün onları geri almak için var gücüyle savaşacaktır..