Cumhurbaşkanlığı seçimi
öncesi CHP genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bir televizyon sohbetinde şöyle
söylemişti: “Türkiye de ahlaki çöküş yaşanmaktadır ve
halkın bir kısmı sorgulama yeteneğini kaybetmiştir.”
İlginç, bir o kadar da acı ve yaralayıcı tespit.
Yıl 1240. Selçuklu
Devleti’nin ihtişamlı günleri yavaş yavaş geride kalmaktadır. Göreve gelen
sultanların liyakatsizlikleri nedeniyle, “Doğu ve Orta Anadolu’daki nüfus kesafetinin artması, sosyal ve iktisadi
dengelerin bozulması, siyasi yönetimin keyfiliği ve devletin halkına
yabancılaşması neticesi” (Doç. Saffet Sarıkaya, Türklerin İslamlaşma
Sürecinde Mezheplerin ve Tarikatların Yeri) Babaî isyanı çıkmış
ve “bölgedeki Türkmenlerin çoğu
bu isyana iştirak etmiş sonuçta, Kırşehir Malya ovasında kanlı bir şekilde sona
ermiştir.” (Sarıkaya, aynı eser)
Bu isyanı takip eden
yıllarda 1243, Kösedağ bozgunu devletin bağrına karabasan olur ve Selçukluların
Anadolu kolu Moğol tahakkümü altına girer ve devlet çöküntüye uğrar. “Gittikçe ağırlaşan bu tahakküme ilaveten,
bu dönemdeki sultanların liyakatsizlikliği ve Haçlı seferlerinin sürmesi de
Anadolu’da anarşik bir ortam doğurmuştur. Hanedan mensuplarının taht
mücadeleleri de devletin çöküşünü hızlandıran etmenler arsında sayılabilir.” (Prof.Dr.
Mehmet Şeker, Anadolu’nun Türk vatanı haline gelmesi)
Her isyan hareketinin
altında ahlaki çöküş aranır. Bu çöküşle birlikte, isyancı tarafın yandaşlarını
çoğaltması ve gücünü artırması da doğaldır. Çünkü ahlaki çöküşle birlikte,
insanların sorgulama yetenekleri de körelmektedir. Sorgulamaya gerek kalmaz,
zira daha fazla mal-mülk edinme, kısa yoldan şöhrete ulaşma iştihası çete
elemanlarının sayısını rahatça artırır. Bu aşamada ilk kaybedilen devlete
güvendir. Asayiş, devlet gücünün ete kemiğe büründüğü alan, adalet, yumruğu
kadife ile sarılan demir balyoz. Fakat yazılı kanunların her bireye eşit ve
tarafsız olarak uygulandığı sistem, adalet dağıtan da uygulamayı yaparken,
taraflar karşısında kör, kanunlar ve vicdanından başka kimseyi tanımadığı ilahi
hüküm sahibidir. İstisnalar yaşanmaya başlayınca, halk kendisine de bir
istisnanın uygulanmasını talep eder hale gelir. Bunun mümkün olmadığını anladığı
andan itibaren, çeteleşmeler ve sonuçta isyanları hak olarak görür. Bundan
sonra kurtuluş yoktur ve sonuç yıkımdır.
Devlete güven kaybı
yaşanmaya başlandıktan sonra, insanların birbirlerine karşı güvenlerinde de
azalmalar baş gösterir. Asıl felaket burasıdır. Beraber yaşayan insanlar,
karşıya güvenlerini kaybederse, komşuluk, hemşerilik, vatandaşlık, dahası
kardeşlik zedelenir. Verilen sözde durulmaz olur. Taahhütleri yerine getirmez,
işler aksamaya, hizmetler duraksamaya başlar. Kaos, hayatın kanıksadığı bir tarz
olur çıkar.
Birleşmiş Milletler’in 176
devlette yaptığı bir araştırmada, “karşıya
güvenir misiniz” sorusu sorulmuş, Türkiye’de bu soruya 100
kişiden ancak 8 kişi evet cevabı vermiş. Yani, 100 insanımızın ancak 8 tanesi
karşıya, kardeşine, hemşerisine, vatandaşına kısaca insana güveniyor. Anlatmaya
çalıştığımız ise geri kalan 92 kişi, güven duygusunu kaybetmiş, korku içinde
yaşayan, ortaklık kuramayan, memuriyeti hile desise içinde geçen, işçiliğini
hakkıyla yapamayan, belki de şizofren bir hayat yaşıyor. İşte çeteleşmeye,
isyana katılmaya hazır %92. Araştırmanın en acılı sonucu da şu: Türkiye,
araştırmaya katılan ülkelerin en son sırasında yer alıyor.
Güven bitince, sabır ve
dayanma gücü sıfırlanır, sığınma başlar. Sığıntı kişilerden de ne bir başarı,
ne de bir icat beklenir. Tüketicidir, asalaktır, ayrıca fitne doğuran ve yayan
ortam için müsait bir alandır. Sorgu, eleştiri ve yorumlama yoktur. Sadece
kazancını düşünür, karnının doymasını ister, kendisine sunulan menfaatlerin
kesilmemesini arzu eder.
Bu insanlar hangi ortamda
yetişti, hangi bilgi ile yetiştirildiler?
Kadim inanç ve
kabullerimize göre: “sabır
ve güven insanı rızaya taşır”, razı olamayan kişilerin
hayatları alt-üst hale gelir ve tedavisi zor illetlere duçar olur. Emin olmak,
güvenmek ve eminlik: “Neye,
niçin inandığının ve gayesinin ne olduğunun eminliği içinde olmak, yani özgüven
duymaktır. Özgüven, korku aşılmadan açılmaz. Özgüven duymayan kimse de kendisi
için hayati atılımlar ve idrak sıçramaları yapamaz. Dolap beygiri gibi belli bir
öğreti ve algı çerçevesinde döner durur yol alıyorum, ilerliyorum zannı
içerisinde” (Mehmet Doğramacı)
korkularının doğduğu yer de burasıdır zaten. Korkuları karşıya da güvenmemeyi
sağlar. Dolayısıyla bir kısır döngü içinde hayatı perişan olur gider.
Şimdi, devletimize eğitim
ve insan yetiştirme sisteminde öğretilen bilgilerin, yaptırılan antrenmanların
gözden geçirilmesi, hatalı bilgi ve uygulamaların değiştirilmesi görevi
düşmektedir.
Elbette bu işleri de,
güveni tam, özgüveni yüksek, güzel ahlak seviyesi mükemmel insanların yapması
gerekecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder