Kendinde güç vehmetmek.
Olan ve olacakları kendinden bilmek. Kendisi olmadığı zaman, belki de bu
dünyanın dönmeyeceğini filan düşünmek. Her ne oluyorsa iyidir dediğimiz, hep
onun yüzü suyu hürmetine olmaktadır. Etrafına topladığı dalkavukları da, ikide
bir onun ne büyük, ne kadar güçlü, ne kadar akıllı, olduğunu yüksek sesle
hatırlatırlar, olmayan özelliklerini varmış gibi ballandıra ballandıra yüzüne
karşı söylerler. Hiç utanmazlar, oysa bir kişiyi yüzüne karşı övmek insan için
ne kadar da zordur.
Sahip oldukları medya
gücüyle de, aynı konuyu senelerdir işliyorlar. Tek adamlık, karizmatik
liderlik, en büyük liderlik gibi tanımlamalar yıllardır gün be gün tekrar
edilmektedir. Hatta 80 yıllık Cumhuriyetle yapılan mukayeselerden, Atatürk ile
karşılaştırmalar yapılmakta ve sonuçta, onu bile geçtiği insanlarımıza dayatılmaktadır.
Taraftarları bu söylemleri ezberlemişler, milletin çoğunluğuna da
öğretilmiştir. Bunun karşılığında da muhalefetin zayıflığı, proje üretemediği,
yetersiz kaldığı ve hatta muhalefetin bulunmadığı propaganda edilerek, tek
konuşanın iktidar liderinin olduğu, onun dışında hiç kimsenin konuşmasının
mümkün olmadığı da kamuoyuna öğretilmiştir. Elbette, bu kadar güçlü olduğu
pompalanan kişinin de tarafı olmaya can atan kişiler, onun etrafında çember
oluşturmuşlardır. Alınan oyların toplamı diğer partilerin aldığı oyların
toplamından fazla çıkınca da, bunlardan kurtulmanın mümkün olmadığı gibi sonuca
varılarak, gücü elinde toplayan iktidara tapınma derecesinde yandaşlaşmalar
vücut bulmuştur.
Taraftarlarını nerden
buluyorlar? Hatırlıyoruz, “İmam
Hatipler bizim arka bahçemizdir” demişlerdi. Şimdi buna,
sivil toplum kuruluşu adıyla örgütlenmiş dini kuruluşlar, cemaatlerin okulları,
kursları, onların camilerinde, evlerinde, işyerlerinde, bürolarında yapılan
toplantılarda anlatılan, işlenilen, analiz edilen konular hep budur. Taraftar
tarlası dini cemaatler, dini okullar, dini kurslar olmaktadır genellikle.
Mehmet Kerem Doksat
Hoca’nın bir yazısında okuduğumu hatırlıyorum. Ana sütünü noksan alan ve
beslenme yetersizliği yaşayan çocukların, aşırı iştahsızlık sonucu çocukların
ayaklarının şişeceği, karınlarının büyüyeceği ve karaciğerlerinin haddinden
fazla iri olacağını okumuştum. Bu çocukların daima huzursuz oldukları ve
gülümseyemediklerini de not etmişti hoca. Hatta tedavilerinin zor olduğunu,
edilse bile sonradan oluşan bu özelliklerinden kurtulamadıklarını da
hatırlıyorum. Bu duruma göre üç önemli sebep buluyoruz. 1. Ana sütü eksikliği,
2. Yetersiz beslenme, 3. Tedavisi imkânsız karaciğer, ayak, karın şişliği.
Gülemeyen, gülümseyemeyen bu çocukların tamamının fakir Afrika ülkelerinden
çıktığını da not edelim.
Burada beni düşündüren
gülemeyen, gülümseyemeyen çocuklardır. Bu durum bize yabancı değil. Bizim de
gülemeyen çocuklarımız var. Gülmenin yasaklandığı, adeta büyük günahlar içine
alındığı ve grup içindeki çocukların asla gülmelerine izin verilmediğini
biliyoruz. Belki birazcık gülebilenlerin de cezaya çarptırıldığını tahmin
edebiliyoruz. Bir ortak yanı daha var, bu çocuklar orta direk dediğimiz fakir
halk kesimlerinin çocuklarıdır ziyadesiyle.
‘Ana sütü’ yerine Türk kültürünün muhteşem
eserlerini koyalım, Fuzuli, Karacaoğlan, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlâna, Piri
Reis… bunların okunması, irdelenmesi kesinlikle yasaktır. Dolayısıyla ana sütü
eksik alınmaktadır. ‘Yetersiz
beslenme’ yerine, tek taraflı olarak verilen, özellikle
eksik ve yanlış yorumlamalarla, cahil hocaların verdiği din bilgisi dersleri.
Başka eserlerin araştırılması kesinlikle yasaktır. Tek taraflı beslenme
nedeniyle, olaylara bakış, yorumlayış, analiz yetenekleri yok denecek
seviyededir. Eksik bilgiyle zaten doğru sonuçlara varılması mümkün değildir. Bu
bilgilerin yazılı bulunduğu kitapların tamamı, Arapça, Farsça yazılmışları ve
kurallarına dikkat edilmeksizin yalan-yanlış tercümeler halindeki kitapların
tamamı ezberletilerek okutulmuş olduğundan, sırtlarında daima tonlarca yük
taşırlar. Bir taraflarındaki
şişkinlikleri bundandır. Zihinlerine takılan herhangi bir
sorun halinde, yöneldikleri taraf, taşıdıkları ağırlıkları sebebiyle tamamen ve
daima aynı yöne doğrudur. Bu noktada da bir benzerlik çıkartıyoruz. Ve bu
eğitim safhası tamamen çocukluk çağlarında vukuu bulmaktadır. Çoğunluğu da
ailelerinden kopartılmış ve yatılı okullarda (kurslar) yapılan
eğitim faaliyetleridir. Çocukluk çağlarında ailelerinden kopartılan bu
çocukların, sevgiden yoksun yetişmeleri nedeniyle, gelecekte ağır depresyonlar
yaşamaları yüksek ihtimal dahilindedir. Yani kısaca hastalıklı insanların
yetiştirildiğini söylemek mümkündür ki, bu hastaların tedavisinin de zor
olacağını söylemek ukalalık olmayacaktır.
İşte, bu çocukların yetiştirildiği
okullar, kurslar yandaş yetiştirme tarlası olarak kullanılmaktadır. Oralardan
mezun olan her çocuk, potansiyel yandaştır. Öylesine bir eğitim verilmektedir
ki, muhalif bir düşüncenin yetişmesi mümkün değildir.
Tek yanlıdır, tek yönlüdür.
Düşünme yasaktır. Ne verilirse o öğrenilecek ve iman edilecektir. Nasıl
oluyorsa, neredeyse tüm okul ve kurslarda hep aynı cümleciklerle aynı konular
iştahla anlatılır ve çocuk beyinler küçültülerek, iman derecesinde birilerine tapınmaları
sağlanır. Yazık ki, bu durumu siyasi menfaatlerine doğruda yontmaktadırlar ve
bundan hiçte utanmamaktadırlar.
Benzer bir durumda PKK’nın
dağa çıkardığı çocuklar için söz konusu. Onlarda aynı mantık ve yöntemle fakat
farklı öğretilerle eğitilmektedirler. Şunu açıklıkla söyleriz ki, her iki
grupta da yetiştirilen bu çocuklar, gelecekte ülkemiz için büyük felakettir.
Onların ait oldukları gruplardan çıkartılıp, psikiyatrlar eşliğinden yeniden
eğitime tabi tutulmaları (rehabilitasyon)
gerekecektir. Öğrendikleri eksik ve yanlış bilgilerden kurtulmaları zor da
olsa, bunun yapılması mutlak olarak zarurettir. Siyasi tercihlerinin
değiştirilmesinden bahsetmiyoruz dikkat edilirse, aldıkları köleleştirici
eğitimin ağırlığından kurtulmaları ve özgür beyinlere sahip olmalarını arzu
ettiğimiz için bu öneriyi getirmek zorunda hissettik kendimizi. Bu çocuklara,
ilmin hakikati, imanın gerçeği, ritüellerin amaç ve sebepleri anlayabilecekleri
bir şekilde anlatılmalı ve ilmin içselleştirilmesi sağlanmalıdır.
Bu toprakların;
düşünebilen, sorgulayabilen, analiz yeteneği gelişmiş, doğru sonuçlara
varabilen özgür beyinli, hür düşünebilen gerçek vatan evlatlarına ihtiyacı
vardır. İnançları ve kabulleri ne olursa olsun.
Ve bu sorunun halli, yol,
köprü, fabrika yapmaya benzemez. 10 yıllardır eğitilen beyinlerin, asrın
idrakine uygun, modern fertler haline getirmek için de yine bir on yıllara
ihtiyaç vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder