Sistem; Pek çok makinenin (sistemin)
bir biriyle bağlantılı, ilişkili, biri olmazsa diğerinin işe yaramayacağı,
birisinde meydana gelebilecek küçük bir arızanın tümünü iş göremez duruma
getireceği, aralarındaki ilişkinin sadece toplam bütünlüğün aksaksız
çalışmasını sağlayan, süreklilik, kesintisizlik, duraksamazlık olması gereken
muazzam, fakat karmaşık bir yapıdır. Kontrol ve denetim ve eğitim
(talim-terbiye) sistemin geleceğini garanti eder. Aksamalar meydana gelmezden
evvel tespiti, sistemin gelecekteki aralıksız çalışması için önem arz eder.
Sistem denetçileri görevlerinin bilincindedir. Görevlendirilmeleri ve
atamaları, sistem yöneticisinin derin ve uzun çalışmalarıyla yapılan eğitim
faaliyetleri sonucu olur. Bu aşamada birçok sınava tabi tutulurlar. Her hangi
birinden sınıfta kalınması durumu, belki de en başa dönülmesini gerektirecektir
ki, çoğu durumda uzaklaştırılmaları söz konusudur.
Sosyal hayatı
sistemleştirip, uyum içinde çalışmasını sağlayan yapı aşağı yukarı şöyledir;
Aile bireylerinden başlamak suretiyle, çevreye konulabilecek, komşular,
akrabalar, hemşeriler, vatandaşlar ve bu katmanların aralarında meydana
getirdikleri sosyal örgütler, sivil toplum kuruluşları, kanunla kurulan
vakıflar, dernekler, odalar, devletin sahip olduğu kamu iktisadi kuruluşları,
özel sektörün üretim, pazarlama ve hizmete yönelik örgütlenmeleri, kamunun
eğitim, adalet, sağlık ve güvenlik gibi hizmet yapılanmaları…
Bahsedilen yapıların
tamamı, dikkat edilirse insan içindir. İnsanın yetişmesi, iyileşmesi, istenilen
evsafta manevi olgunluğa erişmesi, hizmet aşamasına geçilmesi, eğitim
çalışmalarına katkı vermesi ve nihayet, huzurlu insan, huzurlu toplum, başka bir ifadeyle, bile-isteye Hakk’ın
işleyişinin gözlemlenip, saygı duyulması, Hakk’a saygı, Hakk’a riayet, Hakk’tan
ayrılmamak ve Hakk ile birlik olmak.
Sistemdeki her birim,
sonsuz, sınırsız varlığın, isimleriyle farklı farklı açığa çıkmış halidir ki,
birbirleriyle ilişkisi, diyalogu aralarındaki iletişim geçişkenliği ile aynı
amacın, aynı geleceğin planlanmış, programlanmış halinin işleyişinden başka değildir,
“Ayrı gayrı yok” kelamının
işaret ettiği veçhiyle. Ve bu sistemin işleyişinde, eksiklik, kusur, acizlik
aramak, ancak kendi eksikliğinin beyanı vasfındandır. Ve bu sistem içinde her
bireyin kendine özgü bir vazifesi, yapması gerekenleri vardır. Ve her birey
vazifesini bildiğince -anladığınca- gereği gibi yapmaya gayrettedir. Bu
itibarla, kimsede kusur bulmamaya, bulunursa da söylememeye gayret etmek
istenendir. Ve istenen, vazifesini yapan kişinin, bilerek, isteyerek, bilinçili
bir insan olarak yapmasıdır.
Dikkat edilirse, geçmişin
yaşam sürecine kilitlenmek değil, yarınlara hazırlanmak esastır ki, Kur’an’ı
Kerim’in bildirdiği de ‘yarınlara hazırlanmak’ bilgisinden başka bir mana
değildir. Her ne yaratılmış ve her ne olmuşsa yaratılış amacının içinde bir
mükemmeliyetlik içerir. Mutlak mükemelliyet. Kurulu sistem de bu
mükemmelliyetliğin görünür halidir, yani yaşanan İslam, sünnetullah!. İşte
İslam, içinde bulunduğumuz düzen ve sistemi açıklamak üzere gelmiştir. Bu düzen
içindeki birimlerden “ne
tür bir davranış çıkarsa; o birim, bulunduğu halin, ya da üzerinde olduğu
fiilin sonuçlarına katlanmak zorundadır” diyor ehlullâh.
“Ikra - oku” emri ile nazil
olunmaya başlanan ilahi mesaj, bizden, anlatılmaya çalışılan (eksiği
ile ki, eksiklik bize aittir) sistemin “oku”nmasını
talep eder. Beyinin görevi, sonsuz evrenin, yıldızların, galaksilerin ve dünya
da kurulu düzenin (sistemin) okunması. Evren sonsuzluğu idrak edilemez. Fakat
bir sistem içinde süregiden deveranını anlamaya, idrak etmeye çalışmak “Ikra”
emrinde gizlenmiştir. Yaşayan Kur’an bize bildiriyor. Bu faaliyetin olacağı mekân
dünyadır, fark âlemi denir. Fark etmek için. Bunun için de, uzay boşluklarına
filan seyahat etmeye gerek bulunmaz. Seyahat edilecek âlem her birey için,
kendi iç âlemidir. Çünkü yaratılan tektir, her yaratılanın bir benzeri daha
yoktur. Çünkü Yaratan Tektir. Sorulan ve sorulacak sorulara ve verilecek
cevapların tamamı, kendinden kendine olacaktır. Soruyu soran, cevabını da
kendisi verecektir.
Bu aşamada ilk kabul edilmesi
gereken, bizden uzaklarda, göklerde bir tanrının olmadığıdır. Allah inancı,
hakikate götürür. Böylece, gökteki bir tanrının, melekleri aracılığı ile
peygamberine bir takım mesajları gönderdiği ve bunları kullarıma bildir emrini
verdiği gibi, anlamsız inançlardan, şirk dolu kayıtlardan kurtulmak lazım
gelir. Tek Allah inancı ve kabulü, isimlerinin açığa çıkışı ile sistemleşen
evren ve dünya hayatı içinde insana verilen vazifelerin, kusursuzca yerine
getirilmesi, aslında ‘oku’maya başlamanın da başlangıcı olacaktır. ‘Dua’
önemlidir bu aşamada, ancak bir şey istemek için, makam, para, pul, ev istemek
için değil!. Hz. Muhammed’in bildirdiği İslam bilgisinin manasını öğrenmek ve
okumayı…
Beden, bize dünya ömrünün
sonuna kadar bizi taşıması için verilmiş bir makine. Hz. Mevlâna da ‘at’
demişti. Beyin, muhteşem bir yapı. Evren, dünya, ben algısının oluştuğu ve
bizim için elektrik sinyallerine benzer iletilerle algıyı oluşturup bize
kanıksatan bir oluşum. İşte, ömrümüzü geçirdiğimiz (geçici arkadaşımız) bedenimizi,
ben olarak algılama alışkanlığı edinilirse, beyin gerçekten öyle algılayıp
uyarmaya başlayacaktır. Çünkü sahibi öyle istemektedir. Ki, cehennem hayatının
başı bu algılama iledir, çünkü vehimler ve korkular, bedenin toprak olması
(belki de yok olması) düşüncelerinden ve kabullerinden kaynaklanır. İşte, bu
dünyada atmamız gereken, unutmamız gereken ilk kabul budur. Biz, beden değiliz.
Beden, ben değil. Geçici arkadaş o kadar.
‘Fani’ denilen ‘beden’dir,
dünyadır, dünyalıktır. İnsan fani değildir, ebedi güzergahta, sonsuzluk eridir
İnsan!. Hatta ehli şöyle söyler: “Fani
hiç var olmamıştır.” Allah sistemi, Baki olanın emirlerine
mutlak surette itaat halindedir…
Sistem üzerinde tefekküre
devam!..
Allah (C.C.), Hz. Muhammed
(sav) ve sevdikleri yardımcımız olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder