12 Temmuz 2014 Cumartesi

Medeniyetin Doğumu


‘An’, idrak edilmesi, yaşanılması belleğin, formatlanması akabinde gerçekleşir. Çöp yığını haline dönüşen beynin selamete ermesi ve çalışma ve yönelme eğilimine başlamasıyla, yeni yorum ve eleştiriler geliştirilecektir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur; eleştiri ve yorumlar önceki bilgiler üzerine bina edilir. Ancak bu inşaa sırasında yeni açılımlar, şeni şerhler, yeni fikirlerle, yeni yorumlar yapılır. Bu durum, gelişmekte olan medeniyete işaret eder. Şunu da unutmamak lazımdır, her gelişme bir öncekinin ölümü demektir. ‘Her nefeste ölür, yeniden diriliriz’ cümlesinde bu anlam vardır. Ölüm ile yeni hayatlar vücut bulacaktır. Dikkatli okuyucuların anlayışından kaçmamıştır. Aslında ölüm de yok, doğum da. Devam eden de yok, duraklayan da. Başı da yok sonu da. ‘AN’ içinde olağan seyir hepsi bu. Birbirinin devamı değil, her An’da var olan.

“Hak bir gönül verdi bana, ha! Demeden hayran olur
Bir dem gelir şadan olur, bir dem gelir giryan olur. (Yunus)

“Dem gelir şadan olur, dem gelir giryan olur”, hallerden hallere geçer, her biri zevktir. Şadan olduğunda da, giryan olduğunda da yaşayanın hali aynıdır. Her an da olan, her ‘dem’ de olan dilim varmıyor ama varlığın devamıdır, başı ve sonu olmayan Tek varlığın.

Medeniyet buradan doğar.

Muhafazakâr akıl, asfalt yapımını, beton duvarları, alış-veriş çarşılarını medeniyet sanır.  Oysa medeniyet, o asfaltın, o betonların, o AVMlerin içinde saklı, içinde canlılığını yaşayan, içinde ruhunu taşıyan organizma. Eksik akıl, maddeyi medeniyet ismiyle anarken, medeniyetin sunduğu refahı, saadeti, huzuru yaymayı ihmal eder. sosyal devlet zehabıyla, makarna-kömür dağıtımını medeniyetten sanır. Oysa, medeniyet ve sosyal dayanışma, devletin makarna-kömür dağıtımıyla yara alır. Medeniyet zedelenir. Devletin makarna dağıtması değil, sosyal hayatta, emeği ile geçinenlerin alın terlerinin korunması, haklarının dağıtılması, sigortalarının eksiksiz yapılması, sigortanın sağlayacağı tüm hizmetlerin ayırım gözetmeden sahiplerine verilmesidir sosyal devlet. Sosyal devletin tüm anlamının kurulduğu ortamlarda medeniyetten söz edilir.

Medeniyetin temel harcı insandır. Kurucu insan, insan ihtiyacı ve dünyanın imarı. İhtiyaç, bilgiye doyumsuzluktan kaynaklanır. Öğrenildikçe, ne kadar cahil olunduğu anlaşılır. Medeniyet bilgidir. Bilgi ise bilendedir. Bilen, Rabbini bilendir. Rabbini bilen ise nefsini bilendir. İşte, medeniyet kurucusu. Kurucunun, muhafazakâr topluluk içinden çıkması hayaldir. Çünkü onun kendine has bir imanı, bir Allah inancı, atalarından bellediği din-ü diyaneti var ve bu kalıplarını kırması, parçalaması imkânsız değilse de, çok zordur ve geçmişte bir örnek hatırlamıyoruz.

Ayhan Eralp Hoca yalvarırcasına dil döküp, kalemler eskitiyordu:

“Sen, siyasetin çirkin tuzaklarına, ucuzluğuna ve kolaycılığına davet eden bezirgânlardan uzak dur. Siyaset cambazlarına itibar etme ve onlara malzeme olma. Sen bir medeniyet savaşçısı olmak ve medeniyetimizin tuğlalarını ellerinle yapmak mecburiyetindesin. Bırak onların yardımına manda bacaklı, gergedan beyinler koşsun. Sen fikir sefaletinden bizi kurtarmak mecburiyetinde olansın.”

***

Yazımız kırıldı.

İki profesör, yazımızın belini kırdı. Şimdi oraya doğru uzanalım. Medeniyet konusunun dışında değil çünkü.

***

Din Adamı Kisveli Aldatıcı

‘DİN’e dair bir gram bilgisi varsa namerdim.

Ama İLAHİYAT Profesörüymüş.

Bizim, bakkal Topal Niyazi’nin dükkânında da satılıyor diplomalar, herhalde oradan almış, pardon bunlar almayı sevmezler, oradan verilmiştir. Para vererek, emek harcayarak bir şey satın almayı, edinmeyi ne bilirler, ne severler ille de verilecek!

Bunlar, sınavsız seçilerek yüksek lisanslarını yaparlar,

Sınava girmeden, girse bile bilmeden derslerini en iyi notlarla geçerler.

Akademik unvanlarını, hiçbir orijinal tez hazırlamadan alırlar (verirler),

Bunlar, çalışmayı da sevmezler, üretmeyi de sevmezler.

Sadece bildiği üç-beş hikâyeden ibarettir.

Ha, ağlamayı, tabi ki yalandan ağlamayı çok iyi becerirler.

Sadece, YUH, YUF…

Diyorum.

Gözüne dizine dursun, diyorum.

***

Diğeri edebiyat profesörüymüş, bir de Rektör Yardımcılığı sıfatı verilmiş. Akademik unvanları bitirmiş, idari kademelerde de gidebileceği kadar gitmesine yol verilmiş.

Yeniçağ’ın 29 Mayıs tarihli sayısında, bu Rektör Yardımcısı Profesör haberi şöyle:

“Medine Sözleşmesi’nin demokratik özerkliğe ve öz savunma konularının düzenlenmesine referans olabileceğini savundu. Sözleşmeyi orijinal metinlerden okuduklarını söyleyen Prof. Yıldırım, geçmişte Osmanlı ve Kürtler arasında uygulanan sözleşmenin bugün de uygulanabilir olabileceğini vurguladı. Yıldırım, ‘sözleşme uygulanırsa Kürt sorununun çözümü bağlamında demokratik özerklik ve öz savunma konularının düzenlenmesine referans olabilir’ dedi. Sözleşmenin, Türkiye’de yaşayan diğer inanç ve halkların sorunlarını da çözebileceğini savunan Prof. Yıldırım, ümmet anlayışının, İslam kardeşliğinin tüm inanç ve halkların kardeşliği olduğuna dikkat çekti.”

Maşallah, ne âlimler! Yetiştirmiş biz eğitim sistemimiz!

Türkiye düşmanı bir ülke ajanına, bir rapor yaptırılsaydı ancak bunları söyleyebilirdi.

Bir de kullandığı ve yaslandığı kaynağa bakar mısınız? Dinciler kervanına, özerklik isteyenler, öz savunma sistemini kurmak isteyenler, kısaca bölücüler de katılmış.

Vah, vah, vah ki, vah!...

Sahi, medeniyet yazacaktık.

Bu kafayla nah doğar sizin kucağınıza medeniyet!..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...