Sıradan yaşamak,
sıradanlaşmak mıdır? ‘Aydın’ tabir edilenle sıradan olmanın, insan bakımından
ne farkı vardır?
Başkasına yük olmamak,
asalak olmamak, kendi ihtiyacını karşılayabilmek (hastalık durumları başka),
muhtaç olmamak sıradanlığın temel şartı. Aydın, toplumun genel ortalamasından
sıyrılıp kaçan kişi. İşi, aşı belli programlar çerçevesinde sisteme bağlanmış,
kendi bildiğince çalışma usulleri geliştirmiş farklı bir yapıyı anlatır. Bizde
pek böyle olduğu söylenemez. Sosyal ortalamanın üzerinde olduklarını anlatmak
için, giysileri, yiyecekleri, içkileri, edaları, hitabetleri toplumdan
farklılıklar arz eder. Bu bilinçli bir seçimdir. Aydın derler, lakin aydınlık
mıdır bilinmez?
Asıl olan sıradanlıktır.
Toplum ortalaması gibi yaşamak, kimseden farklılığını ortaya koymadan, onlarla
birlikte olabilmek. Bir yerde okumuştum, bu tiplere yiğit diyorlardı. Kolay
olanı; farklı olmaya çalışmak, ayrılmak, irtibatı kesmek, kaçışta nefret
vardır. Zor olanı; tahammül göstermek, anlatmaya çalışmak, onları ayırmamak,
kısaca sevmek. Öyle ya, büyük adamların halidir bu.
‘Aydın’ denilince,
‘insanlığının farkına’ varan anlaşılmalı derim. Fark eden, dünyada verilen
görevleri bilinçli olarak yerine getirir.
Bir takım sıfatlar alan
kişilere aydın diyorlar şimdilerde. Gazetelerde köşe yazısı yazana, kitap
okuyana – yazana, başına bandana bağlayana, boynuna fular takana, çerçeveleri
renkli gözlükleri olana… aydın diyorlar. İnsana dair bir yorumu, görüşü yok.
Yazları sahillerde, kışları kayakta, o ada senin, bu bar benim telaşında,
İstanbul aşkını anlattığı zamanlar değmeyin keyfine, öyle ballandırır ki,
sormayın. Tuvalin karşısındaki ressam edasında yudumlar çayını. Piposunun
dumanını savururken, bir yandan da ezberlediği birkaç mısraı yuvarlayıverir
dilinin ucundan. Vay, ne büyük adam! Sıklıkla da şöyle der: -Biz aydınlar…
Yangını söndürmeye hep
nedense sıradan adamlar koşarlar, ‘aydın’ geçinenler de hep seyircidir,
eleştiricidir, akıl vericidir. Bir türlü elini taşın altına sokmaz, taşın
altındaki elleri eleştirir, eleştirir, eleştirir. Demek, kendilerine
yapıştırdıkları ‘aydın’ sıfatı, asla hak etmedikleri, suni bir boya.
Düşünceleri de kopya. Uzun çalışmaların semeresi, geceler boyu kafayı
patlatırcasına düşünmenin eseri değil. Boyalı basının, renkli camın süsleri bu
aydın geçinenlerdir. Medyatik tavırlarıyla televizyonların aranan
tipleridirler. Dikkatlice dinlendiklerinde anlattıklarında da hiçbir şeyin
olmadığı kolayca anlaşılır. Birbirinin tekrarı, süslü bir-kaç cümle, bir-kaç
filozoftan aparılmış üç-beş vecize hepsi bu kadar.
Esma-ül Hüsna’dan ‘El
Vedud’ ismi şerifi, “cazibeyi,
çekim gücünü yaratan. Salt karşılıksız, çıkar beklemeyen sevgiyi var eden. Her
sevenin, sevdiğinde gerçekliktir!.” Şeklinde açıklanmıştır.
İşlerinde ve muhabbetinde
sevgi bulunmayan, sevmeyen, sevemeyen insan olur mu hiç? Sevmeli ki, riske
girebilsin, yorgunluk hissetmesin, umutsuzluk yaşamasın. Hem, sevilmenin de ilk
şartı sevmek değil midir? Ancak, seven sevilir çünkü.
Esasında, sevmek de sıradan
insan tavrıdır. Nefret ise, insanlıktan nasibini alamayanların. Sevdikçe
ayrılır kalabalıktan. Sevemeyen yığın içinde erir, geçirir gider ömrünü.
Sevdikçe hoş görür, sevdikçe büyür. Nefret edilenler, nefret edenlerdir.
***
Kafasında kurduğu insanlara
benzer bir dünya düzenlemektir sahte aydın kafanın amacı. Örgüt, sermaye
desteği ise dünyanın öbür ucundan fazlasıyla. Bir araya gelişleri de tesadüfü
değildir. Şeytan daima faaliyette çünkü. İletişimleri, sözleşip anlaşmaları,
topluma verdikleri mesajları hep ölçülmüş biçilmiş. Bir bakıma toplum
mühendisleri bunlar. İtiraf etmeliyim ki, çok da başarısızlar. Bu kadar imkân
ve desteğe rağmen tamamı sınıfta kaldılar. Beceremediler. Dayanma gücünü,
toplumsal sabrı ber-heva edemediler. Çünkü toplumdan farklılıkları var, bunu
sosyal katmanlar ezberledi artık. Sözlerinin hiçbir tesiri yok. Daha düne kadar
neredeyse düşmanlık tasladığı dini gruplarla bile rahatlıkla ortaklık
çalışmaları yapabiliyor. O gruplar da safiyetlerinden midir nedir, kanıyorlar onlara.
En olmaması gereken davranışları hoyratça gösterebildiler ortaklaşa.
Amaçlarının tahakkuku için her ortaklığı rahatça yapabiliyorlar.
***
Sıradan yaşamanın şartı,
ölümü hatırlamaktır.
Dünyanın sonlu bir ziyaretgâh
olduğunu bilen, inanan kişi için büyüklenmek, kibirlenmek duyguları olmaz. Törpülenir,
incelir, kibarlaşır ve Yunus diliyle: “Yaratılanı severiz, Yaratan’dan ötürü”
manası içselleştirilir.
En doğrusunu Allah Bilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder