Mesela hiç düşündünüz mü,
ülkemizde bunca olaylar, bunca karmaşık gelişmeler olurken, siyasi tercihlerini
(ideolojisini) öne çıkaran, medyatik karakterli sözde
ilim adamlarından başka, gerçek ilim adamlarının tartışmalara katıldığını,
problem üzerinde çözüm önerileri getirdiğini gördünüz mü, duydunuz mu? Ya da
onların fikirlerini merak edip de mikrofon uzatan medya elemanını gördünüz mü?
Dolayısıyla özgür düşünen ve özgürce iradelerini ortaya koyanların mekânı
olması gereken üniversitelerin suskunluğu nasıl anlaşılacak, nasıl
yorumlanacaktır?
İlim adamlarının suskunluğu
bir-kaç madde de düşünebilir, açıklayabiliriz:
1. Medya yüksek reyting
oranlarına ulaşmak için çırpınmaktadır. Kavgacı ve ideolojisinin esiri
beyinleri TVlere çıkarmayı tercih ederek, kavgacılıklarında da istifadeyle seyirci
sayısını rahatça artırmaktadır.
2. Aslında ilim adamları
susmamaktadırlar, ancak konuşsalar da sesleri kısıktır.
3. İlim adamları konuşacak
ortam bulamamaktadırlar.
4. İlim adamlarının yayınları
vasıtasıyla ulaştıkları kesim sınırlıdır. Ayrıca, yayınların pahalı olması
okuyucuya ulaşmalarına mani olmaktadır, okuma oranlarının düşük olması ise ayrı
bir sorundur.
5. Devlet idarecileri (siyasiler) oy
verenlerini memnun etmenin peşinde olduklarından, onların anlayabileceği,
onları tatmin edecek konuşmacıların tercih edilmesini salık vermektedirler.
6. Gerçek ilim adamları
seslerini yükselttiklerinde, siyasilerin amaçlarına ters gelebilecek fikirler serdedebileceklerinden,
başlarına geleceklerden korkmaktadırlar.
Belki bu maddeleri daha da
artırmak mümkündür, amacımız anlaşılmış olmalıdır.
İlim adamı ile devletin ve
toplumun amaçları arasında bir çatışma görülür. Çatışmanın temel sebebi,
birbirlerini anlamaya dönük çabaların olmayışıdır. İlim adamı, bildiğini
karmaşık cümlelerle anlatırken, dinleyici devlet veya toplum daha sade ve
toplumsal olmasını talep eder. Oysa ilim adamının derdi, kendini beğendirmek
değil, ilmini cömertçe aktarmak ve hatta karşıdan olabildiğince yararlanarak
ilmini geliştirmektir.
Kulak vermediğimizden
seslerini duyamıyoruz, bize göre konuşmadıklarına karar veriyoruz. Bizi ve
toplumu tamamen zanlar yönetiyor. İlim adamları kendi köşelerinde,
laboratuvarlarında, masalarının başında, bilgisayarları ile baş başa ömür
tüketmekteler. İncelemelerini, araştırmalarını, eserlerini hazırlamaktalar.
Doğrusu konuşmaya da zaman bulamamaktalar, yukarıda değinildiği gibi,
konuşanlar da ideolojik kaygıyla hareket eden, gayeleri ilim olmayan, para ve
mevki gibi dünyalık peşinde koşanlardır.
Bahse konu adamlar, dünyayı
değiştirmeye, güzele doğru, iyiye doğru yönlendirmeye azimli adamlardır ki,
bunların şanla, şöhretle, parayla, makamla işleri olmaz.
Aslında dünya ve bizler
için lazım olan adamlar da bunlardır. Her ilmi açılım ve gelişme, hakikate
yaklaştırır. Her âlim Allah’ın birer kalemidir. Mütevazı oluşlarından ön plana
çıkmazlar, suskunlukları edeplerindendir.
“Hakiki güzellik; ilim ve edep güzelliğidir”.
Biz, ilim adamlarımızdan hakiki güzelliği sergilemelerini isteriz. Tevazularını
bırakmadan, sabırla bildiklerini halka anlatmalarını ve halkı da
bilgilendirmelerini bekleriz. Çünkü bildiklerin sana ait değil, sana verilmiş
bir emanetten ibaret. Çünkü “Bilgi,
bilinene bağlıdır” sen sadece aracısın. Bilgi sana, ilmin
kaynağından, yani Allah’tan verildi, kıymetini bilmek lazım. İlim adamının
kendinde sakladığı bilgi, yok hükmündedir. ‘Bilsen ne, bilmesen ne’ manası vardır,
aslında en büyük zulümdür pintilikle saklanan bilgi.
‘Kendini Bilmek’ adlı, 24.02.2012 tarihli
makalesinde Prof. Hasan Onat: “İnsanın
kendini inşa sürecinde bilim de, san’at da, insana kendini bilmenin, tanımanın,
anlamanın en güvenli kapılarını aralarlar. Bilim, kendini bilmek isteyen insana
önce haddini bilmesi gerektiğini öğretir. İnsanoğlu, bilmeye başladığı andan
itibaren, bilmenin Popper’in ifadesiyle ‘bilgisizlikteki eşitliği’ pek de fazla
bozmadığını anlar. Belki de Yunus’u hatırlamanın tam yeridir: ‘İlim ilim
bilmektir; / İlim, kendin bilmektir. / Sen kendin bilmezsen, / Bu nice
okumaktır.”
Niyazi Mısrî bir beytinin
ikinci mısraında:
“Dersini var Hakk’dan al kim ilmin ola reh-nümâ” ilmin
yol gösterici olması için, ilmin Hakk’tan aldığının bilinmesi gerektiği açık
bir şekilde anlatılmaktadır. Ki, ilim adamı Hakk’tan gelen bilgiyi saklayamaz,
saklamamalı. Cömertlik en güzel tahsil ettirmekle ortaya çıkar. Öğretmenin,
ilim adamının cömert olmasıyla, medeniyetler kurulur.
İnsanlar hem kendilerinin,
hem ülkelerinin içinde bulunduğu sıkıntılarının sebeplerinin, cahil, kendini
bilmez, bildiklerini anlatmaz, anlatmaya korkan ilim adamları olduklarını
söylerlerse hiç de abartmış olmazlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder