Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk
Hoca’nın, ‘Allah ile Aldatmak’ isimli kitabının son cümleleri şöyledir:
“Aydınlık ve kurtuluşu yeniden tez haline getirebilmek için iki
zihniyetin işe karıştırılmaması lazımdır;
1. İslâm’ın gerçeğinden rahatsız olan zihniyet.
2. İslâm’ın tümünden rahatsız olan zihniyet.
Çare, Muhammed ile Mustafa’nın birlikteliğini, tıpkı kurtuluş savaşında
olduğu gibi kurmaktır.”
Hoca, sanki kitabını bu
cümleleri söyleyebilmek için yazmış. Kitabın özeti, özü bu cümlelere
sıkıştırılmış.
Tarih boyunca saldırılar
hep hakikat ehline olagelmiştir; Firavun’un Musa’ya saldırısı ile Hallacı
Mansur’a yapılan saldırı arasında fark yoktur. Hz. Peygamber’in taşlanması ile
Pir Sultan Abdal’ın Hızır Paşa tarafından asılmak üzere sıkıştırılmasının
arasında da bir fark yoktur. Derisi yüzülen Nesimi ile küfrüne karar verilip
cenaze namazı kılınmayan nice adamlar arasında da fark görmek zordur. İmam-ı
Azam’ı zindanda zehirleyen zihniyet ile Atatürk’e idam fetvası veren zihniyetin
benzerliği de dikkate değer. Olaylar ve yapanları farklı o kadar.
Ehl-i hakikate saldırmak
söz konusu olunca Yaşar Hoca’nın bahsettiği iki grubun birleşmesi de bir anda
oluveriyor. Zamanımızda bu yaşanmaktadır. Dini ve hakikati ritüellerden ibaret
gören kesim ile pagan hayatını tercihlemiş kesimin ortaklığını yıllardır
görüyoruz. Özellikle beyinleri dumura uğramış olanlarla anlaşmak filan mümkün
değil. Dini verileri idelojisi haline getirmiş bu zavallılar, devletlerini bile
yıkıp ateşe vermekten çekinmezler. Nitekim ordularının kurmaylarına
yaptıklarını birlikte izledik. Orduyu dinsiz görürler, diğerleri ise faşist.
Üniversiteleri laik görürler, diğerleri ise düzen destekçisi. Devletin sahip
olduğu ekonomik değerleri satmayı helal görürler, diğerleri devlete yük. Faizi
haram görürler, diğerleri de talan. Böylece birlik oluverirler, oluverdiler.
Ortaklaşa asırlardır milletin sahip olduğu maddi-manevi değerleri alt üst
ettiler bir bir.
Ehlileştirme gibi bir
görevimiz olmasa da, tavsiye aklı eren herkesin üzerine düşer. Yol göstericilik
büyük iddia. Estağfurullah. Asıl olan, dünyevi ve manevi değerlerin
algılanması, yorumlanması ve geliştirilmesinde, akıl ve gönül birlikteliğinin
kurularak, her ikisini de dost ederek ve dost edinerek yol alınmaktır.
Zanlarımızın zıddına da olsa söylemeliyim ki, bu durum yukarıdaki ikinci madde
de belirtilen kişiler arasından daha rahat çıkmakta. Çünkü diğer gruptakiler
kadar hikâyelerle, anlatılarla, hayat hikâyeleriyle, lüzumsuz bilgilerle,
cennet ve cehennem baskılarıyla kısaca putlarla doldurmamışlardır beyinlerini.
Onlar, almaya hazır halde beklemektedirler. Tabi, koşullanarak, bilerek ve
isteyerek düşmanlık yapmayanlardır konumuzdakiler.
Bilmemek, mümkündür.
Bilmediği halde düşmanlık yapmak zulümdür. Bilmeyene öğretilir. Düşmanlık yapana
hiçbir şey öğretilemez. Ayrıca, bildiğini iddia edene de bir şey
anlatamazsınız. Bunun binlerce örneğini her gün yaşıyoruz, görüyoruz. Bunun
için söylenilmiştir: bilmediğimi, bilmek için buralardayım. Bilmediğini
bilenlerden asla bir rahatsızlık gelmez. Sen, bilmediğini bilmeyenlerden kork.
İşte yazık ki, bilmediğini bilmeyenler, Hoca’nın birinci madde de belirttiği
kişiler arasından çoklukla çıkmaktadır.
Ali Bulaç da benzer
vurgulamayı şöyle yapar:
“Şaşırtıcı gelse de, aydınlanmacı zihnin, modern ve postmodern dünyaya
rasyonalist ve pozitivist temelleri aşınmış laikliğin dışından bakarak İslam
dinini kendi özgün hüviyetiyle tanıyıp kabullenmesi, muhafazakâr zihne göre
daha kolaydır. Aklını doğru kullanabilen nice hakikat arayıcısı bunu
başarabilmiştir. Muhafazakâr zihnin bunu başarması imkânsız değilse de çok
zordur” (Zaman, 24.04.2014)
İslam’ın şartları olarak
belletilen maddeler ki, namaz, oruç, zekât, hac ve şahadet kelimesinin
söylenilmesi, yapılmış olmak için yapılırsa, bir alışkanlığın devamı olarak
idrak edilirse, anam-babam böyle yapardı benim de yapmam gerek diyerek yerine
getirilirse, hoca böyle dedi bu yüzden yapmalıyım düşüncesiyle yapılırsa…
Yapana ne kazandıracaktır? Hiç. Hâlbuki bu maddeler, insanın yetişmesi ve güzel
ahlaka ulaşması için birer mektep. Merhamet ve şefkatten uzak bir insan,
doğruluktan nasipsiz bir kişi, sözünde durmayan, paylaşmayan, sabırsızca
hareket eden, tevdi edilen sırları yayan, sahip olduğu üç beş malı ile kendini
güçlü gören ve Rabbini unutan bir kişi yukarıda sayılan maddeleri gün be gün
yerine getirse ne, getirmese ne?
Güzel huylarla huylanan ve
benliğine mal eden bir insan gereği gibi Müslüman ve Resulüne layık bir insan
demektir. Eğer senin İslamlığın seni güzel huylarla bezeyemiyorsa, yanlış giden
bir şeyler var demektir.
Hem, tarihin
derinliklerinden gelen bir ahlaki ve derinlikli diyalektik bize aralıksız
fısıldar;
Kişi noksanını bilmek gibi
irfan olmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder