29 Nisan 2014 Salı

Yazar, Okuyucu, Üslup ve Güncel


Yazar, yazma istidadına sahip olduğu üslup ile anlatır kendisini. Üslup değiştirmesi zor ve zaman alıcı bir süreçtir. Sonra, niye değiştirsin ki üslubunu? Eğer beğenmiyorsanız okumazsınız olur biter. Yazar okuyucuya uymak, onun isteklerini dikkate almak zorunda olamaz. Yazı, satılması için pazara sürülen odun gibi bir mal değildir. Pazarda talep incelemesinden sonra mal üretilir, tüketicinin beğenisi, alım gücü dikkate alınır. Piyasaya edebi eserini sürecek yazar ne yapmalı? Kim neyi okuyor, nasıl okuyor araştırmasını mı yapsın? Bu zordur. Hatta imkânsızdır. Mal ticaretinin tersi bir süreç işler edebi piyasada. Yazar kendini kabul ettirmiş, üslubunu beğendirmiş okuyucularına hitap eder. Aslında derdi okuyucular da değildir. Kendini anlattığı yazıları, kitaplarını birileri alır ve okur. O kadar. Yazar, sadece yazmakla görevlidir. Ötesi okuyucuya, eleştirmene veya kitabı basıp satana aittir. Eleştiri gelirse dikkate alır, gerekirse tartışır ama o kadar.

Şimdi durum biraz farklı. Gerçekten piyasa nabzını kontrol edenler ve talebe göre yazılarını kaleme alanlar var. Ziyadesiyle, gazete köşelerinde görüyoruz bunları. Sosyal medya sayfalarında da köşe başı tutmuşlar var. Onların müşterilerinin ne istediği belli. Zaten bilinen alandan da dışarı çıkamıyorlar. Kendileri ve okuyucuları arasında zımni bir anlaşma var ve bu akit üzerinden alış-veriş devam ediyor. Ne de olsa çocuk-çoluğun rızkını çıkarmaya çalışıyor. Bir de zamanın ruhunu yakalayıp, konjonktürün isteğini göz önüne alıp eser üretenler var. Muhafazakâr zamanları mı yaşıyoruz, hoop patlat bir Mevlana romanı, satışları alt üst edersin. Tereklerin en baş eseri olur çıkarsın. Yok, iktidar koltuğunda sosyal demokratlar mı oturuyor, kolayı var, onlara uygun bir Marks romanı uydururuz, maksat alış-veriş olsun. 

Yazarken kâğıdı, kalemi ve kendisi (bugünlerde bilgisayarı) başkaca tüm kısıtlayıcılardan azade, başladığı konu, yararlandığı eserler, konuştuğu adamlar ve hikâyeleri ve işbaşı. Sonsuzluk çemberinde olabildiğince özgür, atabildiği kadar büyük-küçük adımlar. Dönüp dönüp yazdıklarını gözden geçirmeler, olmamışları temizlemek, eksikleri tamamlamak. Bir uğraştır hâsılı, harcanan emek helal olsun.
Zordur kurtulmak esaretten. Yazarken özgürdür dediğimiz yazarın tutsak olduğu durumlar yok mudur? Olmaz mı; İnsanın kendisini güncelden soyutlaması oldukça zordur. Cinayetler, hırsızlıklar, kap-kaçlar, politikacıların kavgaları, mecliste gelişen hadiseler, televizyonların haber, yorum, sohbet programları, renkli gazetelerin yönlendirme niyetli yayınları… Bütün bunlardan çekip kendisini kurtarması imkânsıza yakın zordur. En mahrem (kendi halindeki düşünce egzersizleri) hususları kâğıda geçirirken bile, güncelin tuzağına düşebilir. Yazarı güncele çoğunlukla okuyucuları veya eleştiricileri çeker. Çünkü kalemine günceli dolayanların okuyucusu, diğerine göre kat be kat fazladır. Okunduğunu hisseden yazar da, kendini mecbur hisseder, piyasa talebini karşılamaya. Sıyrılıp bir kenara günceli bırakabilene aşk olsun. İşte onlar okunabilir, okunması gereken yazarlar.

İdeolojilerin tefekkürü kısıtlayan, hatta öldüren bir etkisi var. İdeolojisinin esiri yazarların da bir türlü çıkamadıkları kalıpları. Efendisine yaranmak, kazanç kapısını kaybetmemek, okuyucusunu kaçırmamak için her ne sebeple olursa tıkıldığı mahpushanesinde verimli eserler vermesini bekleyemeyiz. Aynı durumu, inançlarını ideolojileştirenlerde de görmek mümkün. Puta tapmak gibi bir eylem. Zaten şirk içindeki yazıcıdan eser beklemek bile yersizdir. Çünkü kendi Öz’ü ile barışık değildir.

Yazarın öğretmek gibi bir derdi olmasa da, her fikir dolaşımında ortaya çıkan yazıdan okuyucunun alabileceği veya tartışabileceği sonuçlar olacaktır. Hoşa gidilmeyen, karşı olunan bir fikir ile karşılaşınca, hemen yazarın kişiliğine laf etmek yerine, karşı inanç ve fikirleri geliştirerek yine yazı ile cevap verilirse, yeni tartışanlar ilave olacağından düşünce iklimi de gelişecektir ve asıl olan da budur.

Okuyucunun seçme hakkı; iyi-kötü, az veya çok mektep görmüş herkesin bir kitaplığı var. Sıra sıra dizilmiş kitaplar neler anlatırlar neler. Öncelikle, kitaplık sahibinin zevkini söyler. Seçilen kitaplar ve yazarlar okuyucunun ruh halinden de haber verir. En son okunan kitap veya yazar ise, okuyucunun o zamanda bulunduğu ‘halet-i ruhiye’sini ele verir. Kitap sayfaları üzerindeki notları tam da o sıra içine yuvarlandığı düşünce kuyusundan haberdar eder. Yazara itirazları, farklı zamanda okunan sayfalarda göremezsiniz. O an içindir. Diğer zamanlar için farklı eleştiriler geliştirilebilir. Bir sonraki okunacak kitap veya yazar ise, ya okuyucunun içinde bulunduğu halden kurtulamadığını veya o halin iyice ruhuna yerleştiğini anlatır. Kitaplar değiştikçe fırında pişen ekmek tadında olgunlaşma hali açıkça gözlenir.

Ele alınan bir kitabı mutlak en ince ayrıntılarına kadar okumalı. Bitirdikten sonra atılmamalı kitap. Tekrar okunmak üzere, tekrar tartışmak üzere elin uzanabileceği yakınlıkta bulundurmalı. Çünkü düşünce sona ermez, kitap bitmez. Bu itibarla, sayısı fazlaca kitap okumak değil de, aynı (konulu) kitabı defalarca, yazarın düşünce sistemini, neyi murat ettiğini anlayıncaya dek tekrar okumalı derim.


Algı kapıları tekrarla açılır. Bıkmadan usanmadan, alana dek tekrardan fayda umulur.

2 yorum:

  1. Yaşar Kiraz :
    Özellikle siz gençler eğer siz;
    Yaradılış nedeninizi bilmek, üç boyutlu dünyanın dördüncü boyutunu görmek, madde âleminden sıyrılıp manevi âleme ulaşmak; iyiliği, güzelliği, doğruluğu keşfetmek istiyorsanız okuyun. Karanlığın ürkütücülüğünden ve ayazından kurtulup aydınlığın içini serinleten sahillerinde yürümek istiyorsanız okuyun.
    Toplam nüfusu sadece 7 milyon olan Azerbaycan'da kitaplar ortalama 100.000 tirajla basılırken, Türkiye'de bu rakam 2000 3000 civarında basılmaktadır.
    Türkiye'de her 100 kişiden sadece 4 kişi kitap okuyor.
    Japonya'da yılda 4 milyar 200 milyon kitap basılıyor. Türkiye'de sadece 23 milyon.
    Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Raporu'nda, kitap okuma oranında Türkiye, Malezya, Libya ve Ermenistan gibi ülkelerin bulunduğu 173 ülke arasında 86. sırada.
    Japonya'da kişi başına düşen kitap sayısı yılda 25, Fransa'da 7. Türkiye'de ise yılda 12 bin 89 kişiye 1 kitap düşüyor.

    Ne kadar acı bir tablo değil mi?
    Okuyun!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaşar Kiraz Bey;
      Gördüğünüz, bildiğiniz gibi okunmuyor, yorumlanmıyor, eleştirilmiyor.
      Neden?
      Hatayı ben Yazarlarda arıyorum. Evet evet onlar hatalı.
      Dinci yazarlar günlük 30.000 civarında okunurken, büyük düşünür, edebiyatçı, Türkçe âlimi, Türk alimi Ahmet Bican Hoca’nın 100 lerle ifade edilen okunma sayına başka ne anlam verebiliriz?
      Bakınız, yazılarında küfüre kaçan cümleler kuran, eleştiri deyince vur kır anlayanların yazıları nasıl da oknuyor.
      Evet evet yazarlar suçlu.

      Sil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...