Dünyanın, dünyeviliğin
gidişatında iki temel olgudan bahsedebiliriz. İlki, daha fazla zenginleşebilmek
için, diğer tarafın sahip olduğu maddi değerleri daha fazlasıyla sahipliğe
geçirme gayretleri, ikincisi, sahip olunan zenginliği şahsi (evlad-ü
ayal de tabii ki) kullanıma arz ederken, diğerlerine asla
göstermemek ve güvenmemek. Burada ‘ben’ ve ‘diğerleri’ söz konusudur.
Diğerlerinden aktarılabilecekler ‘ben’in becerisine bırakılmıştır. Maddi güç
onda olduğundan, en ileri zekâlara sahip insanları küçük menfaatlerle kendisine
hizmette çalıştırır, amaçlarını gerçekleştirme yolunda, yapılan planların
tahakkuk etmesi gayretinde hiçbir eksikliğe yer verilmeden var gücüyle
diğerlerinden bilgi, para ve güç aktarımı yapılır. Dolayısıyla kendisi durmadan
gücüne güç katar, yardımcıları ise maalesef diğerleridir.
Dünya zenginliği bir
tarafın elinde birikirken, diğer taraf iyice zayıflamaktadır.
Zayıflayarak güç yitiren
çoğunluk, gıptayı aşan hasetle, kıskançlıkla seyrederken elinde olmadan bir
derin salgın hastalığın kollarına düşer. Bu salgın hastalık virüsünün başında,
bencillik, tembellik, çıkarcılık, doyumsuz tüketim, sınırsız istek ve arzular
gelir. Gelişen medya araçlarıyla modanın reklamlarla etkisinde kalan özellikle
genç nüfus, geçici isteklere kapılarak kapitalist sistemin pompaladığı
özgürlükler, amaçsız yaşamak, cinselliğin özendirilmesi, pembe hayaller, sonsuz
tüketim gibi sahte cennetlerle kandırılarak avutulmaktadır. Bu durum, özellikle
başta gençlerin ve toplumun tümüyle bir manevi krizin içinde olduğu ve
psikolojik çöküntü yaşadığı sonucuna ulaştırması mümkündür. Dayatılan bu
hayallere ne kadar kapılırsa (özellikle) gençlik, maddi değerlerin belli
isimler elinde birikmesinin kolaylaştığı bilinmektedir.
Vahşi kapitalizm bize, son
olarak neo liberalizm olarak görünmüştü. Gerçi, bazı sosyologlar ve
felsefeciler tarafından, neo liberalizmin artık sonlandığı, devrini tamamladığı
söylense de, bir sistemin girdiği ülkeden çıkışı ha deyince olmamaktadır.
Önümüzdeki onlarca yıl bu baş belası ile mücadele içinde geçeceğini tahmin
etmek zor değildir. Çünkü sistem çalışırken ya kendilerine uygun yollar
kurmuşlar, ya da mevcut yolları, kendilerinin kazançlarını yükseltecek ve mal
birikimini kendi hanelerinde yığılmasını mümkün kılacak kabiliyette şekillendirmişlerdir.
Mesela, özelleştirmeler vasıtasıyla el değiştiren milletin ekonomik değerleri
bu kabil işlemlere maruz kalmıştır. Mesela, çıkarılan kanunların belli
grupların menfaatlerine uygun değiştirilmesi bu kabil işlerdendir. Bizim gibi
az gelişmiş ülkelerde, özelleştirmeler ve devlete ait fabrika, mal, arazi gibi
değerlerin satılmasına devam edilmekte ve kapitalist ülkelerce
desteklenmektedir. Gariptir ki, neo liberal politikaların uygulandığı ABD gibi büyük
kapitalist ülkelerde bile, devletin ekonomik hayatta daha fazla yer almaya
başladığı ve kendi sistemlerini (çoğunluğun zarara uğradığını
gördüklerinden) terk etmeye başladıkları da gerçekliktir.
Gelişmiş süper güç sahibi
devletlerin, sıkıntılı zamanlarında ortaya koyduğu ve uyguladığı, sömürgecilik
mantıklarından zuhur eden, az gelişmiş ve geri kalmış ülkeleri sömürme
programları, hemen tüketilecek ürünlerin, o ülkelerde üretilip ve derhal
satılması yöntemidir. Böylece ülkelerine de taze para nakli yapılabilecektir.
Kaldı ki, sermaye ihtiyacı içindeki ülkeler, sermaye sahiplerinin taleplerini
itirazsız kabul etmekteler ve ilave vergiler, stopajlar, harçlar
koyamamaktadırlar. Sermayenin geri gitmesine ise asla engel olamamaktadırlar.
Ülkelerine gelen sermaye yatırıma döndükten kısa süre sonra fazlasıyla geri
dönmekte ve fabrika çalıştığı sürece de, ülke kaynakları gelişmiş ülkelere
akmaktadır.
Siyasi akıl; devletinin
bekası, milletinin huzuru ve selameti için, geçmişten ders alarak geleceği
öngörerek planlayan akıldır. Kısa vadeli siyasi kazançlar, siyaset adamının
iktidarını kısa süreliğine de olsa sağlayabilir. Ancak, liberal süper
devletlerin vazgeçtiği politikaları ısrarla uygulayan siyasetçilerin gelecekte
yerlerinin olmadığını da not etmemiz lazımdır.
Aralıksız borçlanma,
sebepsiz ve sınırsız denetimden yoksun yabancı yatırımların teşvik edilmesi,
kamu emvalinin gereksiz ve değerini bulmayan fiyatlara satılarak, yandaşlarına
ve küresel çetelere peşkeş çekilmesi, millet zenginliğinin iktidar hırsına
talan edilmesi politikaları asla ve kat’a milletin tamamı tarafından tasvip
görmeyecek ve uygulayıcıları bir gün gelecek lanetleneceklerdir.
Bir de, mutlak söylenmelidir
ki, milletin tevdi ettiği iktidar asla bir başkasına devredilemez. Bunun, tamiri
imkânsız sonuçlar doğurduğu anlaşılmış olmalıdır. İktidar ancak, iktidarı
teslim edene iade edilir. Bunun yolu da, seçimlerdir.
Ve seçmen ihaneti asla
unutmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder