“İhtiras ‘passion’ kelimesi
tutkuyla aynı şeyi kastediyor; ayrıca öfke, hiddet, sevdâ ve şehvet de kavramın
içinde saklı” (Kerem Doksat, 27 Eylül 2011)
Dünya, ideallerini iktidar
yapmak isteyenlerin cinayetleriyle doludur.
Kolayca cinayet
işleyebilmek için toplumun kutuplaştırılması, hatta birden fazla bölümlere
ayrıştırılması gerekecektir. Kutuplaşma dönemleri, hain üretmenin de
kolaylaştığı zamanlardır. Ötekileştirildiğini algılayan kişiler, yaşayacağı
kırılganlıklar sebebiyle, teklif edilebilecek her hangi bir olumsuz iş veya
eylemi kolaylıkla yapmaya kalkışabilecektir. Karşıyı farklı renklerde görmek,
bize ait olmayan gibi değerlendirmek, içinde bulunduğumuz grubun rengine
boyanmakla ilgilidir. Örgütler daima üyelerinin, iç tüzük kurallarını disiplin
altında uygulamasını isterler. Örgüt kararlarından farklı hareketlerde bulunmak
ayrıca cezalandırmayı da gerektirebilir. Grup (örgüt) ahlakını içselleştirmiş
kişilerde gruptan ayrılmak, onlardan farklılık göstermek sanki yalnız
kalınacakmış intibaını yaratır. Korkular buradan doğar. Korku bir kere doğunca,
artık yapamayacağı bir şey yoktur o grup üyesinin. Tehlike altında sıkışmış
kedinin tırmalaması gibi..
Dikkat edilirse,
hürriyetini kaybetmiş tiplerdir konumuz. Hürriyetle tanışabilmesi için: Kör
nefsin kendisini dürtüp durduğu temelsiz ihtirası, kıskançlığı, garazı, kendi
yararına başkalarının zararına göz yummayı, bunları günahsız insanların ölümüne
yol açacak kerteye gidecek olan bir kin derecesine vardırmayı bütün bunları
kendisine öğütleyip duran nefsini yenmesi gerekmektedir.
İdeallerini, hırslarının
ardına gizlemiş, hırs gemi, boynuna takılmış ve çekip götürenin hırsları,
ihtirasları olması halindeki kişilerin, hürriyet kelimesini ağızlarına bile
almaması gerekir. Bu tipler ve bunların topluluğuna karşı bir ‘İsyan ahlakı’
hareketi geliştirmelidir (geliştirilmiştir). İsyan ahlakı sahibi insan ne
yapar? Çok basittir, sadece işini yapmazdan evvel düşünür, doğru mudur, yanlış
mıdır, yasalara aykırılığı var mıdır? Gibi. Bu kadar. Bu tür düşünceler
işlendikçe, eylemlerin yapılması sonunda ahlak oturacak, gerektiğinde de
yanlışı tespit ettiği anda isyan edecektir ve hatta alenen ayaklanacaktır.
Söylenileni olduğu gibi, üzerinde hiç düşünmeden yapmaya amade kişilerin hürriyetinden
bahsedilemez ki, bu tipler yenilenemeyen, üretmeye katkı yapamayan,
taklitçiliği aşamayan, yaratıcılıkları ölü kişilerdir.
“İsyan ahlakı, iradenin sonsuza ulaşmak amacıyla, her çeşit menfaat ve
tutkuya, sonlu olan iyilik ve mutluluğa dahi başkaldıran sorumluluk ideali
olmaktadır.” (Nurettin Topçu)
Yaşadığımız günleri
dikkatle analiz edersek, özellikle yöneticilerimizin akıllarının önüne
hırslarını koyduklarını görürüz. Attıkları nutuklar, fırlattıkları bakışlar,
müstehzi tebessümleri.. hepsi hepsi ihtirasın eseri. Bu tutku, sırf millete
hizmet amacına yönelik olamaz. Hizmette, ihtirasa yer yoktur çünkü. Muhterisin
iki adımından birisinin tehlikeler içerdiği kesindir. İlk tehlike ise
kendisinedir. Sonra yakınları gelir. Olayları takvim sırasına göre
değerlendirecek olursak bu sıralamayı tam olarak görebiliriz. İşleri kanunlara
göre değil, iş yapıldıktan sonra yapılan işe göre kanun çıkartılması en önemli
örnek olarak duruyor. Sormadan edemiyoruz: Neden? Neden, bilerek kanunlara
aykırı işlemler yapılır ve aykırılıktan kurtulmak için yeni kanunlar düşünülür?
İki tip vardır önümüzde:
birincisi, materyalist düşünce sistemine inanan, ölümle her şeyin biteceğini,
doğumla ölüm arası zengin yaşamanın, her isteğinin karşılandığı bir dünyada
yaşamanın kâfi olacağını düşünür ve inanır. Onun için gelecek, kendi
geleceğinden ibarettir, diğerleri onun için önemli değildir. Ölüm sondur, bu
sebeple ahlaki davranışlar kişinin kendisini sınırlandırmasından başka anlamı
olmayan boş inanışlardır. İkincisi, sözde dindardır. Allah inancına sahiptir.
Fakat inandığı Allah, ötelerde bir yerdedir. Kendisinden uzaktır. Ona ulaşmak
imkânsızdır. Bir gün ölecektir. Kabir yaşamı azapla geçecek ve bir zaman sonra
yeniden dirilecektir. Tanrısı onu hesaba çekecektir. Günahları kadar cehennem
ateşinde yanacaktır. Bunun için, beş vakit namaz kılması, karısının başını
kapatması, içki içmemesi kâfidir. Ötesi dünya işleridir. Dünya işlerinde
zenginliğini artırması, rahat etmesi için elzemdir. Birikimlerini aklına
geldikçe sayması, zenginliği ile övünç duyması onun şerefini artırır. Tipik bir
modern zamanlar materyalisti ile arasındaki fark, sözde imanıdır. Aslında
materyalist düşünceye sahip kişi ile arasında hiçbir fark yoktur.
Dikkat edilirse ölüm
bilinci, her iki tipte de bir sondur. Dünya hayatının sonu, diğer hayatın
(sonraki boyuttaki hayatın) başıdır düşüncesinden uzak. Beden her iki düşüncede
de, asıldır. Kendisini et ve kemikten ibaret görür. Böylece ölüm, maddi bir
dönüşüm olarak algılanır. Hataların başlangıcı ve sebebi budur.
Oysa dünya, bir mekteptir.
Dünyada öğrenilecek, yapılacak işler vardır. Hakk terbiyesine girilip, Hakk
olunacaktır. Daha doğru söyleyişle, Hakk olunuşunun farkına varılacaktır.
Böylece ölüm, bir son değil, yeni bir başlangıçtır farklı boyutlarda.
Böyle inanılır ve bu iman
üzere yaşanılırsa, ihtirasa, hırsa, tutkuya ihtiyaç kalmaz. Bilakis, bu olumsuz
sıfatlardan kurtulur iman sahibi. Büyük kayıpların yaşandığı savaşların
tamamının, hırslarına gem vuramayan, maddeci kişilerin akıllarından çıktığını
anlarız. “İhtiras sahibi bir varlık
olan insan düşüncesi, ölüm bilincinden uzaklaştırılırsa etik kaygısızlığın
oluşması dolayısıyla vahşet ve cinayetlerin gerçekleşmesi doğaldır.”
“Allah’ın teklif ve daveti hür kullarınadır. Ancak hür olanlar Hakk
yolunda yürüyebilirler”. İhtiras, hırs, kin, öfke,
hiddet, şiddet, şehvet barındıran insanların hür olamadığını, hürriyet için bu
bağlardan kurtulmanın elzem olduğunu bilmek gerekmektedir.
Tuncay Altunezen :
YanıtlaSilHocam, kaleminize sağlık.
İnancı içselleştirmeme neticesinde oluşan ...MIŞ gibi hayatları ve halimizi ne de güzel izah etmişsiniz.
Ben yazınızın başındaki,'ötekileştirme'den hareket ile, kişiliklerin grup-kabile-cemaat-parti vs. içindeki yok oluşu üzerinde duracağım.
Çocuklarımızın başta kendimize 'Evet' demesini öğreten, 'Hayır' itirazında sertleşen eğitim yapımızı değiştirmeden, özgürleşmeyi, şahsiyetlerinin gelişmesini temin edemeyiz kanaatindeyim.
İşin acı yanı, bunun kökleri her toplumda çok eskiye dayanmaktadır. Dini öğretilerimiz de 'Evet' doğrulaması ve teslimiyeti ile devam etti, ediyor.
Bu yapıdan ne beklenir? Evde anne/baba/abi/abla, okulda öğretmen, sokakta mahallenin büyükleri, camide,/cemevinde hoca-dede, siyasette iktidar 'Hayır'ı kabul etmiyor.
Önce 'Hayır!' demeyi öğrenmeliyiz, öğretmeliyiz.
Medeniyet,
SilSorgulamaların eseridir.
Teşekkürler yorumunuz için Tuncay Bey.