Prens, büyük bir özgüven
içinde ve muhatabını küçümseyerek;
– “Ya, sen bu kanunları amma ciddiye
alıyorsun!”. Dedi.
Muhatabı, her şeyin
bittiğini fark etti. Bu işten sıyrılmasının, kendisine ve ailesine bir zarar
gelmeden kaçmasının gerektiğini fark etti…
Memuriyetiyle eve ekmek
götürmeye başlamıştı, sokaklarda avare dolaşmalar, nerede akşam orda sabah
takılmaları sona ermişti. Üç çocuk ve karısı ile birlikte küçük evlerinde gül
gibi geçiniyorlardı. Taa ki, bu işlere bulaşana dek.
Hazineye ait olan fakat
herhangi bir devlet kurumunun üzerinde veya henüz kadastrosu yapılmayan
araziler üzerindeki kıymetli arsaları önce Hazine yönetiminin üstüne geçiriyor,
oradan bir Vakıf’a kiralıyorlar, daha sonra da o Vakfa değerinin çok altında
satışını yapıyorlardı. Başlangıçta kendisine de üç-beş kuruş veriyorlardı. Eh,
para kazanmanın kötüsü de olmazı hani! İyiydi lakin yaptığı işi derin derin
düşünene, uykuları kaçana kadar. Yaptıkları işlerin yasalara uydurulması nede
olsa tam olmuyordu. Altında mutlaka bir eksiklik, bir kanuna aykırılık
bulunuyordu. Anladığı vakit iş işten geçmişti. İşte öğrendikten sonra da ne dur
kalmıştı, ne durak.
Başka bir partinin Genel
Başkanı’yken, partisini değiştirerek iktidar partisinde Genel Başkan Yardımcısı
olan kişinin gazetede yayınlanan bir röportajını okudu. Düşünmeye başladı:
Bir garip Genel Başkan
Yardımcısı. Garip dedikse, Allah’tan başka kimsesi olmayan anlamında değil, ne
dediğini bilmeyen, dünkü söyledikleri ile bugün söylediklerini
karşılaştıramayan anlamındaki garipliktir söylediğimiz.
Şöyle demişti vaktiyle:
“Harun gibi geldiler, Karun
gibi oldular.”
“Mücahitlikten,
müteahhitliğe terfi ettiler.”
Şimdi bu sözler unutulmuş.
Gazeteci Talat Atila ile yaptığı mülakatta söyledikleri şunlar: “Bundan sonra bu operasyonu yapan
çevrelerin bunu bir kez daha düşünerek başka şeyler yapabileceğini tahmin
ediyoruz.”
Eee…
tabi ki tahmin edersin. Ara sıra da olsa önce söylediklerin aklına
gelir.
Üç gün önce Harun
olanların, bugün Karun olması halinde, mutlak bir bit yeniği vardır. Ekonomi
Profesörü olarak tam da kendisinin bileceği zenginleşme işleridir ve bu işleri
yorumlama kapasitesine sahiptir. Kısa sürede zenginleşenlerde, haramı
aramalıyız.
Kendi durumu hatırına
geldi. Ürktü, korktu. Geleceğini göremiyordu. Karanlıktı. Bir an evvel
kurtulmalıydı. Gidişat kötüydü. Haberi yorumlamaya devam etti:
Eski Başkan, bunu bildiği
için, yeni bir soruşturma dalgasını bekliyor ve şimdiden tedbirini alıyor.
Ortaya çıktığında “Ben Demiştim” diyebilmenin zevkini yaşayabilmek için.
Doğrusu ben de bekliyorum.
Mümkün değil kurtulmak. Yapılan bini geçti. Sırf bizim yaptıklarımız yeter..
iliklerine kadar bir titreme bastı, terledi, yutkundu.
İmamın bulaştığı
yolsuzluklardan, cemaatte faydalanmak isteyecektir ki, hem istemişler, hem de
bulaşmışlardır.
Evet, ben de bekliyorum
yeni bir soruşturma dalgasını. Öyle, polis, savcı, hâkim değiştirmekle filan
halledilir bir mesele değil.
Bugün olmasa yarın, belki
yarından da yakın…
Sabahın erinde evinin
kapısının sert çalındığını duyumsar gibi oldu. Ter bastı vücudunu. Ne diyor bu
çocuk: Kanunları amma da ciddiye alıyorsun. Ya, neyi alacaktım. Biz işlerimizi
yaparken kanunları dikkate almayacağız da neyi alacağız. Sizin bitmez tükenmez
hırsınızı mı? Ne doymaz insanlar bunlar.
En iyisi istifa etmek. Ya,
çocuklar?
Bunca hizmetlerim oldu, bir
emirlerini ikilemedim. Terbiyesiz çocuk, bir de fırça atıyor. Ne amirim, ne
genel müdürüm, hiçbir yetkisi yok. Sıradan bir vatandaş işte. Ama kazın ayağı
öyle değil! İstediği an beni işimden de eder, çoluk-çocuğumdan da.
Bir daha bulaşmam, imkânı
yok yaptıramazlar bir daha, ben karışmam.
Karışmasa işinden olabilir,
karışsa ceza evini boylayabilir ikilemi ile geçen günler, acımasız patronlar,
gariban ezilenler. Buhranlar içindeki hayat düşünebilme yetisini bile elinden
alıyor, biraz da mecburiyetlerden söylenileni, hataya düşmemeye dikkat ederek
yapmaya çalışıyordu. Patronu prens ile yaptığı telefon konuşmasını bir
arkadaşının, kulağına dayadığı telefon kulaklığından dinledi. Bir acayip oldu.
Titremeleri arttı. Eyvah! Dedi. Dedi ama ne yapabilirdi? Hiç. İstifa etse ne
olacak? Yaptıkları yanlarına kar mı kalacak? Yo.. Başka bir yol olmalı.
İyi de oldu dedi kendi
kendine, bu kayıtların yayınlanması iyi oldu. Terlemesi geçti, bir huzur
kapladı tüm benliğini. Hınzırca bir tebessüm belirdi dudaklarında. Kurtuldum,
kurtuldum… Bu kayıtlardan sonra bir daha kanunsuz iş yaptırmazlar kurtuldum.
Diye düşündü.
Senelik izninin tamamını
aldı ve eve kapandı. Kimsenin yüzüne bakacak hali kalmamıştı. Evlerine gelen
gidenler de olduğundan utancından, bir akşam kimselere görünmeden evden
ayrıldılar, garajlara kadar bir taksi ile gidip, köylerine vardılar. Bir ay az
da bir süre sayılmazdı, unutulurdu hiç olmazsa.
Kasetler savaşı kıran
kırana devam ediyordu. Devlette çalışan en üst düzey memurların bile
dinlenildiği bu ortamda en iyisi hiç konuşmamaktı.
Son dinlediği kasette en
büyük memur: “Merak etmeyin, kanun
çıkartır sizi kurtarırız” diyordu.
Bu laftan sonra Prens’in
söylediği, “amma da ciddiye alıyorsun
kanunları” lafını daha iyi anladı. Nerelere
yaslanmışlardı, gücü kimlerden alıyorlardı.
Kendisi? Kendisi ne
olacaktı? Kanunlar, büyükleri, güçlüleri korumak için yapılırdı, ya kendisi ne
olacaktı?
Bilemedi, bir mana
veremedi.
Kurtuluş ümidi
görünmüyordu.
Çocukluk ve gençlik dönemlerinde
seyirterek çıktığı sivri kayaya doğru yürüdü…
Bir daha dönmedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder