İçinden bir türlü
çıkamadığımız derdimiz, bağlarımızın yabancıların elinde olması. İstedikleri
biçimde oyun koyuyorlar sahneye, rejisörü onlar, oyuncuları bizimkiler. Seçmece
bunlar, seçmece aktörler. Mekteplerine alıyorlar, bir güzel yetiştiriyorlar. Dernekler
kuruyorlar masraflarını karşılayarak, eğitim çalışmaları yapıyorlar hiçbir
giderden kaçınmayarak. Maşallah bizimkiler de bir yetişiyor, bir yetişiyorlar
ki, sormayın. Ne istedilerse tık yapıyorlar. Hangi adım atılacak, nerede ne
zaman durulacak, rejinin tarifleri ve isteği aynıyla yapılıyor.
Metin Boşnak Hoca; “Hem darbe yaptırıp, hem darbe yaptılar
diye karşısına aynı milleti dikmediler mi?”
diye soruyor. Darbeleri çeşit çeşittir ağaların. Kimi zaman silahlarını çekerek
yürüyorlar millet üstüne, kimi zaman post modern derler ne idüğü belli olmayan
darbe türleri, bu uyanıklar internete koydukları bir-kaç satır yazıyla bile
darbe yapma yeteneğindedirler. Kafaları da pek, iyi çalışır. Buluverirler çeşit
çeşittir darbeleri. Hatta bunlar, adına demokrasi dedikleri oyunlarla bilem
yaparlar darbelerini. Reklamlar en büyük silahları, paraları var olduğunu
zannettikleri güçlerinin kaynağı, medya en önemli at koşturdukları alanlarıdır.
Komplo teorisine
başvurmadan anlatılmalı. Yine de, bizi endişeye sevk eden düşünceler,
başarısızlığın kabulünden çok, başaramamak ve ezilmek ihtimalinin göz önünde
bulundurulmasından kaynaklanır, bu sebeple de komplo olarak adlandırılır.
Karşınıza çıkan kuvvet, sizinkinden kat be kat fazlaysa, komplo teorisine
başvurmak kurtuluş yoludur. Namuslu düşünürler için, hakikat vaz geçilemez.
Eksiğini de, fazlasını da daima namuslu bir bakışla analiz yeteneği geliştirir.
Öyleyse şöyle bakalım:
“Hırsızın hiç mi suçu yok?”
Öyle ya, Hoca’ya, niye
kapını kilitlemedin, niye duvarını alçak yaptın, niye bir kişi nöbet tutmadı…
Gibi suçlamalar gelince komşulardan, böyle söyler Hoca. “Hırsızın hiç mi suçu
yok?”
Başımız belalarının tamamen
dışardaki güçlere bağlamak, çözemediğimiz, anlam veremediğimiz, anlayamadığımız
bazı sırlara bağlayarak ve bunları komplo olarak tanımlayarak kurtuluş yolu
ararız. Aslında Öz’den uzak kalmak, Öz’ü unutmak, silkinip kendine dönmeyi
becerememek, bizi bizden uzaklaştırmaktadır. Kafalarımızdaki bilgiler tamamen
anlamsız, gereksiz, boşuna beynimizi dolduran bilgilerdir (burada
yanlışa düşmeyelim, kitaplara, okullara düşmanlık görmeyiniz).
Mesela, nasıl oluyor da, daima Müslümanlıklarını öne çıkaran, iki lafının
arasında mutlaka bir manevi kelam sıkıştıranlar yolsuzluklara bulaşıyorlar? Övünç
dolu Cuma Namazları seanslarını ihmal etmeyenler nasıl oluyor da millet
hazinesine (kul Hakkı) el uzatıyorlar? Sorun buradadır. Çözülmesi
ve anlaşılması gereken nokta burasıdır. Hele hele, İslami söylemlerle hayatını
pekiştiren bir kişinin yolsuzluk yapması mümkün değildir, böyle inanıyoruz. Tam
da soru burada. Peki, neden neden yapıyorlar? Soruyu doğru cevaplayabilirsek
yabancı güçlerin ülkemiz üstündeki emellerini ve etkinliğini de anlamış oluruz.
Öz’ünde insan tamam
yaratılıştadır. Eksiklik yoktur. Mükemmeldir. Bu duruma Kur’an’ı Kerim ile
bildirilen güzel ahlak kaideleriyle ulaşır. Doğuşta, verilmişse de unutkanlığı
sebebiyle hatırlayamaz. İşte, güzel ahlak bütünlüğü sağlandığı vakit mükemmel
dereceye ulaşır. Artık, bu andan itibaren, ne kendisine ait olmayan bir varlığa
el uzatır ne de mensup olduğu millete ihanet içinde olur. Peki, Müslüman
olduklarını yüksek sesle haykıranlar da bahsedilen ahlaki değerler yok mudur?
Yok ki, ahlaksızlıkları yapıyorlar. İslam’ın şartları olarak bize belletilen
maddeleri yerine getirmiş olsalar bile, asıl olan onlar değildir. Asıl olan,
teraziyi nasıl tuttuğudur. Verilen işlerini nasıl yaptığıdır. Ölçü budur.
Kimi zaman, kılınan
namazlar ve diğer ibadetler kişinin kendisini gizlemek üzere kullandığı perde
olabilir. Bu durum, riyayı, şirki anlatır.
Gizli de olsa şirk. Ve az
ya da çok, eksiği ile fazlası ile şirke düşülünce yapılamayacak bir
ahlaksızlık, el uzatılamayacak diğerlerine ait ekonomik varlık olamaz.
Tecessüsleri had safhadadır, yalana sık başvurabilir, dedikodu yapmakta
üstlerine yoktur, kendilerinde olmayan üstün insan vasıflarını ballandıra
ballandıra anlatabilirler, sıkça dürüstlükten ve insanlıktan söz açarlar,
üzerlerine atılan bir suçu ayniyle başkasına atmaktan çekinmezler…
Dikkat edilirse, bu
vasıfların tamamı bir Müslüman’da bulunmaması gereken vasıflar. Söz konusu
olumsuz özellikler, diğerine, karşıya yapılan hizmetlerle törpülenir. Nitekim
bu dünyada herkes birbirine hizmetle yükümlüdür. İş o ki, yapılacak hizmetleri
bilinçli olarak ve idrak ederek yapmak. Ezbere alınmış, varsayımlara dayalı
ahlaki kuralların bir anlamının olmadığını bilmek lazımdır. O ahlaki kurallar
ki, hayat tarzı olmalı, hayata yön vermeli. Aksi, kendimizi kandırmaktan öteye
geçemez.
Şimdi bazı sıfatları
yazalım: Merhamet ve şefkat, doğruluk, sadakat, cömertlik, sabretmek, sır
tutmak, fakirliğini ve aczini bilmek, Rabbine şükretmek.
Bu güzel huylarla huylanan
ve benliğine mal eden bir insan, gereği gibi Müslüman ve Resulüne layık bir
insan demektir.
Bir de şu sıfatları
yazalım: Gurur, hırs, kıskançlık, bölücülük, dedikodu, şehvet, öfke.
İşte dünyada ne kadar kötü
huy ve ahlak varsa, bunların içindedir. Her kim iyiyi, güzeli ve gerçeği kabul
etmezse, kişiliği ne olursa olsun ve ne kadar suret-i haktan görünürse
görünsün, onun gönlünde bunlar yatıyor demektir. İsterse başı secdeden
kalkmasın.
Sosyal medya sayfasında bir
tartışmada Serkan Korkmaz isimli bir arkadaşımızın yazdığı mesajı buraya alarak
yazımızı sonlandıralım:
“Namaz beş vakit, (güzel)
ahlak ise yirmi dört saat farzdır.”
Ve bir hadisi şerif: “Malınızın çokluğu ile insanların kalbini
kazanamazsınız; Onların gönlünü, Güleryüz ve güzel ahlak ile kazanınız.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder