18 Nisan 2014 Cuma

Endişesiz Yolcular ve Ahlak


İçinden bir türlü çıkamadığımız derdimiz, bağlarımızın yabancıların elinde olması. İstedikleri biçimde oyun koyuyorlar sahneye, rejisörü onlar, oyuncuları bizimkiler. Seçmece bunlar, seçmece aktörler. Mekteplerine alıyorlar, bir güzel yetiştiriyorlar. Dernekler kuruyorlar masraflarını karşılayarak, eğitim çalışmaları yapıyorlar hiçbir giderden kaçınmayarak. Maşallah bizimkiler de bir yetişiyor, bir yetişiyorlar ki, sormayın. Ne istedilerse tık yapıyorlar. Hangi adım atılacak, nerede ne zaman durulacak, rejinin tarifleri ve isteği aynıyla yapılıyor.

Metin Boşnak Hoca; “Hem darbe yaptırıp, hem darbe yaptılar diye karşısına aynı milleti dikmediler mi?” diye soruyor. Darbeleri çeşit çeşittir ağaların. Kimi zaman silahlarını çekerek yürüyorlar millet üstüne, kimi zaman post modern derler ne idüğü belli olmayan darbe türleri, bu uyanıklar internete koydukları bir-kaç satır yazıyla bile darbe yapma yeteneğindedirler. Kafaları da pek, iyi çalışır. Buluverirler çeşit çeşittir darbeleri. Hatta bunlar, adına demokrasi dedikleri oyunlarla bilem yaparlar darbelerini. Reklamlar en büyük silahları, paraları var olduğunu zannettikleri güçlerinin kaynağı, medya en önemli at koşturdukları alanlarıdır.

Komplo teorisine başvurmadan anlatılmalı. Yine de, bizi endişeye sevk eden düşünceler, başarısızlığın kabulünden çok, başaramamak ve ezilmek ihtimalinin göz önünde bulundurulmasından kaynaklanır, bu sebeple de komplo olarak adlandırılır. Karşınıza çıkan kuvvet, sizinkinden kat be kat fazlaysa, komplo teorisine başvurmak kurtuluş yoludur. Namuslu düşünürler için, hakikat vaz geçilemez. Eksiğini de, fazlasını da daima namuslu bir bakışla analiz yeteneği geliştirir. Öyleyse şöyle bakalım:

“Hırsızın hiç mi suçu yok?”

Öyle ya, Hoca’ya, niye kapını kilitlemedin, niye duvarını alçak yaptın, niye bir kişi nöbet tutmadı… Gibi suçlamalar gelince komşulardan, böyle söyler Hoca. “Hırsızın hiç mi suçu yok?”

Başımız belalarının tamamen dışardaki güçlere bağlamak, çözemediğimiz, anlam veremediğimiz, anlayamadığımız bazı sırlara bağlayarak ve bunları komplo olarak tanımlayarak kurtuluş yolu ararız. Aslında Öz’den uzak kalmak, Öz’ü unutmak, silkinip kendine dönmeyi becerememek, bizi bizden uzaklaştırmaktadır. Kafalarımızdaki bilgiler tamamen anlamsız, gereksiz, boşuna beynimizi dolduran bilgilerdir (burada yanlışa düşmeyelim, kitaplara, okullara düşmanlık görmeyiniz). Mesela, nasıl oluyor da, daima Müslümanlıklarını öne çıkaran, iki lafının arasında mutlaka bir manevi kelam sıkıştıranlar yolsuzluklara bulaşıyorlar? Övünç dolu Cuma Namazları seanslarını ihmal etmeyenler nasıl oluyor da millet hazinesine (kul Hakkı) el uzatıyorlar? Sorun buradadır. Çözülmesi ve anlaşılması gereken nokta burasıdır. Hele hele, İslami söylemlerle hayatını pekiştiren bir kişinin yolsuzluk yapması mümkün değildir, böyle inanıyoruz. Tam da soru burada. Peki, neden neden yapıyorlar? Soruyu doğru cevaplayabilirsek yabancı güçlerin ülkemiz üstündeki emellerini ve etkinliğini de anlamış oluruz.

Öz’ünde insan tamam yaratılıştadır. Eksiklik yoktur. Mükemmeldir. Bu duruma Kur’an’ı Kerim ile bildirilen güzel ahlak kaideleriyle ulaşır. Doğuşta, verilmişse de unutkanlığı sebebiyle hatırlayamaz. İşte, güzel ahlak bütünlüğü sağlandığı vakit mükemmel dereceye ulaşır. Artık, bu andan itibaren, ne kendisine ait olmayan bir varlığa el uzatır ne de mensup olduğu millete ihanet içinde olur. Peki, Müslüman olduklarını yüksek sesle haykıranlar da bahsedilen ahlaki değerler yok mudur? Yok ki, ahlaksızlıkları yapıyorlar. İslam’ın şartları olarak bize belletilen maddeleri yerine getirmiş olsalar bile, asıl olan onlar değildir. Asıl olan, teraziyi nasıl tuttuğudur. Verilen işlerini nasıl yaptığıdır. Ölçü budur.

Kimi zaman, kılınan namazlar ve diğer ibadetler kişinin kendisini gizlemek üzere kullandığı perde olabilir. Bu durum, riyayı, şirki anlatır.

Gizli de olsa şirk. Ve az ya da çok, eksiği ile fazlası ile şirke düşülünce yapılamayacak bir ahlaksızlık, el uzatılamayacak diğerlerine ait ekonomik varlık olamaz. Tecessüsleri had safhadadır, yalana sık başvurabilir, dedikodu yapmakta üstlerine yoktur, kendilerinde olmayan üstün insan vasıflarını ballandıra ballandıra anlatabilirler, sıkça dürüstlükten ve insanlıktan söz açarlar, üzerlerine atılan bir suçu ayniyle başkasına atmaktan çekinmezler…

Dikkat edilirse, bu vasıfların tamamı bir Müslüman’da bulunmaması gereken vasıflar. Söz konusu olumsuz özellikler, diğerine, karşıya yapılan hizmetlerle törpülenir. Nitekim bu dünyada herkes birbirine hizmetle yükümlüdür. İş o ki, yapılacak hizmetleri bilinçli olarak ve idrak ederek yapmak. Ezbere alınmış, varsayımlara dayalı ahlaki kuralların bir anlamının olmadığını bilmek lazımdır. O ahlaki kurallar ki, hayat tarzı olmalı, hayata yön vermeli. Aksi, kendimizi kandırmaktan öteye geçemez.

Şimdi bazı sıfatları yazalım: Merhamet ve şefkat, doğruluk, sadakat, cömertlik, sabretmek, sır tutmak, fakirliğini ve aczini bilmek, Rabbine şükretmek.

Bu güzel huylarla huylanan ve benliğine mal eden bir insan, gereği gibi Müslüman ve Resulüne layık bir insan demektir.

Bir de şu sıfatları yazalım: Gurur, hırs, kıskançlık, bölücülük, dedikodu, şehvet, öfke.

İşte dünyada ne kadar kötü huy ve ahlak varsa, bunların içindedir. Her kim iyiyi, güzeli ve gerçeği kabul etmezse, kişiliği ne olursa olsun ve ne kadar suret-i haktan görünürse görünsün, onun gönlünde bunlar yatıyor demektir. İsterse başı secdeden kalkmasın.

Sosyal medya sayfasında bir tartışmada Serkan Korkmaz isimli bir arkadaşımızın yazdığı mesajı buraya alarak yazımızı sonlandıralım:

“Namaz beş vakit, (güzel) ahlak ise yirmi dört saat farzdır.”

Ve bir hadisi şerif: “Malınızın çokluğu ile insanların kalbini kazanamazsınız; Onların gönlünü, Güleryüz ve güzel ahlak ile kazanınız.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...