Derin nefes alabilmek için,
havaya karışan karbon monoksit gazlarının, tozların, uçuşan küçük parçacıkların
temizlenmesi lazımdır. Havamız kirlendi maalesef. İçtiğimiz sular gibi.
Kazandığımız ve helal zannıyla yediğimiz ekmeklerimiz gibi.
Temiz kaynaklardan
uzaklaştık, alın teri değil devlet imkânlarının alabildiğince kullanılabildiği,
millete ait hazinenin mal edinilebildiği kadar rahata erildiği günümüzde, işini
bilenler ve enayiler ayırımına tabi tutulduğu anlara rastladık. Kirlenme derinlere
kadar, inançlara kadar, kabullere kadar ilerlemiş olduğu gerçeği ortada
dururken, insanlar arasında onarılmaz ayrışmalar, kriz derecesinde derin
kutuplaşmalar meydana geldi (getirildi).
Senin adamın, onun adamı gibi inatlaşmalarla meydana gelen suni gruplar
neredeyse birinin ak dediğine kara der durumuna düştü.
Yetiştiğiniz aile,
çevrenizi kuşatan mahalle, kasaba, şehir, birlikte yaşanılan kültür ortamı,
eğitim alınılan mektepler, ders veren hocalar, hizmet ve mal satın aldığınız
esnaf ve diğer satıcılar, iletişim aygıtlarından öğrendiğimiz kültürel
bilgiler, dinlediğimiz müzikler, söylediğimiz şarkılar, şiirler, baş döndürücü
hızla gelişen teknoloji, yaşadığın ülkenin siyasi atmosferi… bütün bunların
karşısında yalnızlığını yaşayan bir garip insan. İnsan olmaya gayret eden
‘Bilinç’li varlık. Verilenlerin hangilerinin faydalı olduğunu ayırt edemeyen,
dolayısıyla zararlıyı kendinden uzaklaştıracak manivelalardan yoksun varlık.
Kirlenme toplam olarak birleşerek hücuma geçer. Belki de ‘kir’ olduğunun farkında
bile değildir yalnızlığını yaşayan insan. Kirli havuza dalmışlar gibi,
saldırıya geçmiş mikropların tehdidi altındadır daima. Korunaksız.
Yalnızdır ama yalnızlığının
idrakinde olup, bile isteye yalnızlık hayatına razı olanları da ayırarak, bütün
tehlikelerden azade olarak kendilerini korunmaya aldırmışlardır. Hiçbir pislik
bulaşmaz onlara. Atılsa bile çamurun izi kalmaz. Şeffaftırlar, çünkü
günahsızdırlar, çünkü olabildiğince Allah ile beraberdirler. Hedef olmak,
hedefi bilmek, hedefe yürümek için vardırlar.
“Kişinin en kör oldukları, en yakınlarıdır.”
Kelamındaki anlamı, yalnızca etraftaki şekillerden, varlıklardan ibaret
alırsak, yeni bir körlük tuzağına düşmüş oluruz. Kendi içindeki,
derinliklerindeki göremediklerin, anlayamadıkların olarak anlarsak mana daha da
genişleyecek ve vicdani yüzleşmeyle karşılaşacağız. ‘Sevgi’dir başaran vicdani
yüzleşmeyi. Yukarıda ‘bilinçli varlık’ tanımını yapmıştık, işte, bilinç –şuur-
vicdanı ortaya çıkartıp, yalan hayatları, kör bakışları sona erdirecek yegâne
yol ve yolcu da ‘sevgi’dir.
Şeffaflaşma, yüzleşme
sonrası zuhur eder ve yüzleşebilenlerin tamamında. ‘Bilinç’, bilinemediği
sıralarda dünyadan ve dünyasından habersiz yaşıyorken, kendini, kendindekini
bizatihi fark ederek, geçmişin yaşanmışlarına da pişmanlıklar yaşamaya
başlamasıdır. İşte, yakının görülmesi ve idrak edilmesi durumu. İçerideki gizli
cevherin artık görünür hale gelmesi. Sonrası;
yalanlar, dolanlar, riyalar sona erer. Üstelik karşının yalanı da aşikâre
anlaşılır.
Ülkenin siyasi atmosferi
kargaşanın da asıl sebebidir. Siyasi idarenin en başında bulunan kişinin ağzından
duyulan ve ‘yalan’ olduğu sonraları anlaşılan sözler, milletin uyumunu,
rahatını bitirir. Hem de Başbakan ağzından söyletilen; “Camide içilen içkilerin”, “Kabataş’ta
saldırıya uğrayan başörtülü kadının” hikâyeleri bir gün
gelip yalanlanırsa, yalanı kapatabilmek için yeniden yalana başvurulursa nice
olur, nasıl olur? Yüzleşmesi, doğrulaması imkânsız gelişmeler bunlar. Doğrusu
bizim de işimiz bu değil. Ancak, yaşadığımız ülkenin Başbakanı’nın böylesi kötü
durumlara düşürülmüş olması da bizleri yaralar. Yalan, devlet büyüklerinin
ağızlarında pelesenk olunca, yurt sathına yayılırsa ne olacaktır? Bakın
gazeteci Cüneyt Ülsever, Her Açıdan Programında neler söylüyor: “Yalan söylemek normalleşiyor.
Düşünebiliyor musunuz, bu ülkede Başbakan’a yalancı denilebiliyor.” Evet,
bu durum tüm insanlarımızı yaralıyor.
İnsanların manevi
dünyaları, yaşadığı yer havasından direkt olarak etkilenir. Düşünce dünyası
allak bullak olur. Kişinin kendini bu havadan sıyırması ve kendine dönmesi
zordur. Kirlenmiş siyasi ortamlarda kendine dönüp yüzleşme yapabilenler rahmete
erişenlerdir, ya diğerleri? Onların yüzleşememelerinde siyaseti (devleti) kirletenlerin
rolü yok mudur?
Bir vicdanın çığlığına
kulak veriniz:
“Peki ama şu ‘kâr’ lekesiyle kirlenmemiş hiç mi vicdan yok bu ülkede ki
her geçen gün insanımız/insanlığımız iğrenç beton kütleler arasında eridikçe
eriyor?
Kapitalizm seni betona gömüyor ey tâlip, farkında bile değilsin!
Hem de bu sefer sarığıyla, cübbesiyle, seccadesiyle…” (Dücane
Cündioğlu, 12 Aralık 2010 Yeni Şafak)
Yüzleşmesi gerekenler rahatlarını bozmazken bizler yüzleşe yüzleşe yüzümüz gözümüz yara bere içinde kaldı, kaleminize sağlık.
YanıtlaSilTeşekkürler,
SilYara bere içinde kalsak da, üstünlük sağlamanın yoludur. Rahat olup, bazılarının, yüzsüzlüklerine de şahitlik yapıyoruz.
Tekrar teşekkürler,
Yeniden blog sayfalarında görünmeniz sevindirdi bizleri... (Not: Kitabınızdan haberdar oldum, memnuniyet verici)