“Sevgili yurdum, seni en çok siyasi yorumcuların analizcilerin
sözcülerin kandırdılar.” (*)
Pislik yağmaya başlarsa,
yere doğru bak, güneş sandığın ışık demetinden kaçır gözünü. Göz, çok
önemlidir, bütün bilgilerin sana ulaştığı kapı, o kapıyı iyi korumalısın. O
kapıdan, Hak’tan başkası girememeli.
Etrafın, pislikleriyle
yığın yapan, ne idiğü belirsiz insan suretindekilerle dolar ve dairenin içinde
seni de merkezlerine doğru çekmeye uğraşırlar. Yere doğru, toprağa doğru
bakışlarını kaçır ki, etrafından haberin olmasın. Çünkü onlar kendilerini
şeytanla yetiştirmişler ve şeytanlaşmışlardır. Böyle olunca, şeytan artık
onlardan uzaklaşır, daha doğrusu onların yanında bulunmasına gerek kalmaz.
Görevini onlara bırakmıştır.
Toprağa doğru bak, bütün
pisliği absorbe eder ve seni korur. Toprak, mütevazı haliyle içine alır seni ve
toprak yapana kadar, topraklaştırana kadar meşgul olur seninle. Güneş, daha
sonra yeniden doğacaktır. Çünkü vaktiyle güneş diye baktığın güneş değildi.
Senin arzuların, isteklerin, davaların, hedeflerinden… Kopup gelen ve daima
yanıltıcı olan sahte ışık demetiydi. Orduların mağlubiyet sebepleri.
Kalelerin zapt edilmesinin
tek şartı, içerden kişiler bulunması ve onların, ölümüne karşı orduya
çalışmasıdır. Kaleyi tahkim edip, içindekilerin eğitimi, talimi, yetişmesi
gerçekler eliyle olmalıdır. Yanlış bilgi, yanlış kişi, yanlış sistem; yanlış
çoğunluğu doğurur ve onlardan kurtulmanın yolu ancak sonraki göbeğe kadar sürer.
“Türkiye’de sağ seçmenin en büyük karakteristiği ‘inadçılıktır’,
inatçılığın ülkemize bir kültürü bir türküsü bir sineması bir romanı bir
üretim’i bir hayrı olmamıştır.” (*)
Sıkı sıkıya bağlandığı
doğmalar, geleceğinin garantiye alınması düşüncesinden başka bir şey değildir.
Ayrıca, idareyi otoriter bir tavırla götürdüğünden yetkililer, bu devranın
sonlanmaması için, idaresi altındakilerin değişmesini, gelişmesini önleyici
tedbirleri alırlar. Polisin katı gücü, yargının şefkatsiz kararları, ekonomik
yaptırımların acımasız tahsilat yöntemleri keskin kılıç gibi durur halkın
-taraftarlarının- başında. Egemenler böylece güçlerini korurken, toplum da
kendisine verilen uğraşlar içinde durumu muhafaza etmeye devam eder. Bu yöntem
sayesinde toplum körleşir, sığlaşır, bulundukları durumdan daha kötüsünü
yaşamamak için halini muhafaza etmeye devam eder ve gelecek onları korkutur. Bu
durum bir kiriz halidir. Krizden kurtulmanın yolunu arasalar da, yapılmak
istenen eylemin muhafaza ettikleri değerlere ne kadar uygun olup olmadıkları
hakkında düşünülür ve vaz geçilir. Çünkü -Milli İrade-nin yara almamasına
inandırılmıştır. Tüm bu inançları artık onun ideolojisi halini alır. “İdeolojiler oluştukça hantallık baş
gösterir. İnsanı bedenleriyle saymaya başlar iktidarlar. Düşünceleri önemli
değildir çünkü. Ve bireyin iradesinin sadece toplumun çizdiği sınırlar içinde
bir anlamı vardır.” (Erhan Kanışlı, Bunalım ve Değişim başlıklı
makalesi)
“Sağ seçmenin çatışması ‘kültür’ üzerinden değil beyinleri zonklatan
kuru bir cehaletin inadçığıyla kuruldu.” (*)
‘Kuru cehaletin inatçılığı’nın yanı sıra; değer
yargıları konusunda kendisini en üst seviyede görmesi, eskimiş eşyalarını bir
türlü atamaması ve yaşadığı mekânın bir nevi çöplük olması, etrafının kendi
fikirlerine evet dememesi halinde onlarla çalışma yapmaması ve cimri olması
gibi özelliklerini de saymalıyız.
Böyle beyinlerin Hakk ile
irtibat kurarak bir eser meydana getirmesi düşünülemez. Hatta üniversite
diploması sahibi olmalarına rağmen çoğunluğun, günlük meşgaleler içinde boğulma
durumunda olması, yönünü Hakk’a çevirmesini engeller. Pislik böylece yağar.
Tembellik, üşengeçlik, nemelazımcılık, önemsememezlik, dert etmemezlik,
üzerinde düşünmemezlik kuru inatçılığın sonuçlarıdır ve beynin çalışmasını
durdurur. Pislik, her tarafı doldurur. Komşusunun evine giren hırsız onu
sevindirir. Yakınının çocuğunun sınav kazanamaması onu zevklendirir. Tüm
kazançların kendisinin olmasını ister. Dünyada bir o vardır, diğerleri yok
hükmündedir.
Dünya, onun için sonu olan
bir yer değil, sanki sonsuzluk burasıdır. Düşünceleri sığdır. Enginlik onun
harcı değildir.
“Bu ‘dinimizce caiz değil’ demesi, dine inandığı için değil, karşı
pozisyonu oturtacak bir sebep bulamadığı içindir.” (*)
Din algısı ‘beden’e
bağlıdır. Dünyada bedeni ile var olduğunu düşünmez, fakat bedeninin kendisi
olduğuna inanır. Küçük çağlarından itibaren öğrendiği bir takım hikâyelerin din
olduğuna inandırılmıştır. Zaten daha ötesini bilmesini de gerek yoktur. Lazım
olduğunda nasılsa bir hoca bulur ve sorar. Elbette bulacağı da kendisi gibi
inananlardandır. Onun da vereceği bilgi ancak kendisinin bilebileceği bilgi
kadardır. Böylece bir kısır döngüdür gider. Bedeninin bir gün toprağa
gömüleceğini düşünür. Orada çeşitli eziyetlere tabi olacağını bilir. Bu sebeple
hayatı büyük korkular içinde geçer. Korkuları onu pek çok hastalığa düçar eder.
Bedeninin parçaları, midesi, böbreği, bağırsağı hatalı işlemeye başlar, rengi
solar, terlemeler - titremeler olur, baygınlık geçirir, göğsü sıkışır… Bunların
tamamı ruhi sebeplerledir, korkularındandır.
Böyle bir kişinin tuttuğu
spor takımını değiştirmeye mecali olmadığı gibi, oy verdiği partiyi de
değiştirmeyi akıl edemez.
Gariptir ki, bahsedilen
tipin sahip olduğu din algısı, egemen güçlerin bilerek ve isteyerek
öğretisinden kaynaklanır. İlahiyatçılar ve Diyanet iktidarın isteğine göre
toplumu eğip bükmektedir. Bu durum onların bile isteye yaptığı bir faaliyet
olmayabilir. İstemeden de, bilmeden de yapılıyor olabilir, lakin sonuç
değişmiyor.
Ve bütün bunlar,
muhafazakâr toplum mühendisliğinin sonucudur.
Pislik yağmaya başlarsa,
çevir bakışını ‘Toprak’a doğru.
Boşuna mı söyledi Veysel
Baba: “Benim sadık yârim kara
topraktır.”
(*) Cümleler,
Nihat Genç’in inat Oyları başlıklı yazısından alınmıştır. 7.2.2014 Odatv
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder