Yorgunluğu ve yaşlılığı
bahane edip, hatalı düşünce ve uygulamaları hayata geçirmeyi normal bir eylem
olarak göstermeye çalışmak da ayrı bir hastalık refleksi olsa gerek. Tatminsizlik
ve kaybetme korkusu izdivacı, kendine karşıymış gibi görür, değişime ve
gelişime yönelik talepleri. Kanuna aykırı tespit edilen her davranış ilamı,
kendisinin katline ferman verilmişçesine savunma mekanizmasını harekete
geçirir. Olmadık suçlamalar ve olmaması gereken yasa değişiklileri ile iktidar
ömrünü olabildiğince uzatmak kararını açıkça haykırır meydanlarda. Yine de bir
türlü anlatamaz kendini. Eksikliği, hataları, yanlışları, kanuna aykırı iş ve
işlemleri göz önünde durup duruyordur çünkü. Bir yandan da, her anlattığı
ihanetler, ininde yaşayanlar, âlim müsveddeleri, peygamber düşmanları kendisini
ele veren itirafname gibidir.
Dostumuz Mehmet Sağ, sosyal
medyadaki bir tartışmada şunları söylemişti: “Bireylerin toplum içindeki sosyal ilişkileri ve statüleri, onların
‘cesaret’, ‘hareket’ ve ‘karar’ mekanizmalarını da belirlemektedir. Kişisel
menfaatlerde gösterilen karar, hareket ve cesaret milli ve dini hassasiyetler
söz konusu olduğunda azalmaktadır. Birey bu anlamda menfaatlerde içgüdüsel bir
refleks haline bürünürken, kendi dışındaki hallere karşı da risk mantığıyla
yaklaşmaktadır. Ona göre tehdit kişisel varlığına ya da menfaatine yönelik
değilse bir tehdit değildir…” son cümle ülkemizin son 12
yılını ve özellikle son 2 ayını nasıl da özetliyor!
Gösterilen refleksin
kendini savunmaya dönük olması, komplo teorileriyle kendini avutması, olanlara
ve olaylara makul bir akılla bakılamadığının göstergesidir. Savunma refleksi,
noksandır, gecikmiş bir refleks ortaya koymadır. Oysa devlet aklı, binlerce
yıllık tecrübesiyle geçmişe ve olanlara bakarak, istenmeyen hadiseler zuhura
gelmeden, tedbirini alabilen ve uygulamaya geçirebilen bir akıldır.
Hep arkalardan, hep
başkalarından gelmesini tahmin ettiğiniz düşmanca saldırıların, bir gün
içinizden size karşı geldiğini görürseniz, ne yapacağınızı şaşırır, nasıl
davranacağınızı bilemez duruma düşersiniz. Hele, akıl devreden çıkar ve her
yaptığınız kısa dönemli savunma duvarları örmeye yönelirse, artık devlet
nizamını ve rejimini değiştirmeye kadar varır. Korku, hayatı tanzim etmeye
yönelmiştir. Önerilecek tek çıkar yol, tası tarağı toplamak ve oraları terk
etmektir.
Abdullah Alagöz üstadımız, “insan topluluklarını karanlık ortamlar ile
karşı karşıya getirme çabası emperyal güçler tarafından tarih boyunca hep
kullanılagelmiştir”
diyor. 30 Ocak tarihli ‘İstihbarat servisleri savaşları’ başlıklı
yazımızda, 17 Aralık ve sonrasında meydana gelen olayların taraflarının,
özellikle ABD ve İngiliz istihbarat servislerinin karşılıklı savaşları olduğunu
söylemiştik. 22 Şubat Yeniçağ gazetesinde Mahir Kaynak’ın bir yorumu
yayınlandı, şunları söylüyor: “Dünya
üzerinde ABD, Rusya ve Türkiye gibi ulus devletler ile küresel sermaye arasında
bir savaş yaşanıyor. Türkiye’de ki gelişmeler de bu savaştan bağımsız olarak
ele alınamaz. Küresel sermaye, ABD Başkanı Obama ve Rusya Devlet Başkanı Putin
ile birlikte hareket eden Başbakan Erdoğan’ı tasfiye etmek istiyor. 2011 yılı
Kasım ayında İngiltere Kraliçesi’nin, Tapınak Şovalyeleri’nin 8 köşeli haçı
nişanı taktığı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün küresel sermayeye yakın olduğunu
söyledi. Cemaat Amerika’da büyük sermayeyi temsil ediyor veya onlarla beraber.
Onlarla ittifakın Türkiye’ye faydalı olacağını düşünüyorlar. Tayyip Erdoğan da
karşı cephede. Yani Obama, Putin, Tayyip Erdoğan üçlüsü birlikte hareket
ediyorlar”. Buyurun savaşın nereden koptuğunu.
Öngörüsüzlük, milli menfaatleri dikkate almamak, kısa vadeli menfaatler uğruna
elin (gâvurun) devletlerinin menfaatlerine uygun sözlerin verilmesi nelerin
başa gelmesini sağlıyor! Yani 12 yıl boyunca ortaklıkları gül be şeker yürüyen
tarafların bir gün paylaşım, kazanım, dağıtım sorunları meydana gelince,
kavgaları su yüzüne çıktı. İktidarları boyunca, küresel oyuncu olduklarını
söylerler ve fakat Uzakdoğu seyahatlerinde, küresel bir güç olma niyetlerinin
olmadığını deklare ederler, daha doğrusu ettirirler.
Bir nevi güç yitimi, bir
nevi zayıflamadır bu durum. Tabiatıyla ‘refleks yitimi’ni beraberinde
getirmektedir. Her ne kadar, ‘abdestinden emin’ olduklarını dillendirseler de,
‘namazlarından şüphe’ etmeye başlamışlardır.
Hasan Taşkin Sakallı:
YanıtlaSilALLAH SONUMUZU HAYRETSİN!!!!!
Musa Mumcu :
YanıtlaSilResimde kin nefret ve öfke görüyorum teşekkürler kardeşim
T.c. Yılmaz Balcı :
YanıtlaSilYorumsuz ifadeler..)))