18
Şubat tarihli haberiniz.com.tr ‘den üç yazı: Yaşar Kiraz “Rezervuar
Köpekleri”, Afşar
Zeybekoğlu “Dindar
AKP’nin Günahları Kötü bir Mantıktır” ve Nazım Peker “Müslümanlar Neden Mutsuz”.
Sıradan
bir okuyuşla birbirinden alakasız gibi duran bu üç yazı aslında, yazarları
farklı, fakat aynı yazının çeşitli paragraflarından (bölümlerinden) başka bir şey değil benim için.
Öncelikle
Nazım Peker’in yazısını okudum:
Başlığı
okuyunca sordum, -gerçekten mutsuz mu? Olumlu cevap veremedim. Başlığa göre tam
tersini düşünüyordum. Hayır diyorum, Müslümanlar Mutlu!
Mutlu
ki, çalışmaya, düşünmeye, fikir etmeye, araştırmaya gerek duymuyorlar. Mutlu
ki, nasılsa kendilerine sağlanan bir hayat var ve bu hayatlarını yaşıyorlar.
Mutlu ki, dünya ömürlerini cennet edip, sonsuzluğu düşünemez olmuşlar.
Bunlar,
aslında öyle olmalarını sağlayan güçlerin propaganda ve sağladıkları eğitimlerinden
kaynaklanıyor. Devletlüler; kendilerine tabi olanların, yönetimi altındakilerin
düşünenlerden olmamasını isterler, kendilerine verilenlerle mutlu olabilmeyi
öğretmişler ve fazlasını istememeye alıştırılmışlardır. Bu durumu, az (yetersiz)
tahsil ve az yemek (bulamadıklarından) ile halletmişlerdir.
Mesela,
sen düşünme, senin yerine biz düşünürüz. Sen üretme senin yerine biz üretiriz.
Sen okuma senin yerine biz okuruz…(artırılabilir)
Başkaları
Müslümanın yerine yaptıkça, Müslüman’da da mutluluk katsayısı artıyor.
Her
tespih çekişinde cennete bir adım daha yaklaşıyor ve ona yetiyor.
Kandırılmışlar topluluğudur bugünkü Müslümanlar. Hesap peşinen yapılır: iki
rekât namaz 70 sevap, oh ne ala! Bir gün oruç 1000 sevap, Arafat’ta dur anandan
doğduğun gibi ol… bakınız ne kadar kolay! Bunlar mutluluk veriyor. Müslümanın
beynine işlenen (kazınan) zanlardır bunlar. Namaz dediği günde beş defa
seccadesini sererek kıyam, rüku, secdeler gibi ritüelleri yapmasıdır. Oruç
dediği sabah – akşam arası aç kalmak, Arafat dediği Mekke’deki dağda ayakta
durmasıdır. Ne namazın, ne orucun, ne Arafat’ın hakikatinden haberdardır,
anlatılmamıştır çünkü. Ne de merak uyanmıştır. Boşuna, atalarından öğrendiklerini
tekrar edegelmektedir.
Tam
bu sırada Yaşar Kiraz’ın yazısı devreye giriyor. Pavlov’un deneyleri bize
ufuklar açıyor.
“Korunma ve Sakınma” refleksleri ayniyle
yaşanıyor. Hayatımızı düzenleyen kuralları olması gerektiği için değil,
alışkanlık olduğu için uyguluyoruz adeta. Dini ritüellerde böyle. Derdimiz
Allah’a yönelmek değil, vazife olarak üzerimize farz (!) edilen ritüelleri
zamanı geldikçe yapıvermek. Bir tarafında cehennem, diğer tarafında cennet.
Cehennemden sakınacaksın, bunun için de namaz kılarak korunacaksın ve cennet
kapıları açılacak. Ne kadar kolay! İşte o an: cennet ve cehennemin birbirine
benzeştiği anlarda ne olacak? Pavlov’un köpeklerinin “durmadan çırpınması ve uluması”
cehenneme yaklaştığından mı, cennetten uzaklaştığından mıdır? Ve mutluluk
katsayısını artıran cennet sanrısı, Müslümanlarda bir şeylerin kötü gittiğini
düşündürmeyecek ve hayallerdeki hurilerle mutluluğuna mutluluk katacaktır.
Hâsılı mutludur Müslüman.
Ve mutlu insanlardan ne
filozofik düşünceler, ne mimari de gelişmeler, ne sanayi de ilerlemeler, ne
sanat eserlerinde artışlar, ne kütüphanelerdeki kitap okunma ve işleme
sayısında yükselişler asla görülmez. Fikirlerin, eserlerin gelişmesi, sanayide
atılımlar ancak, durumundan, halinden, yerinden endişe eden, rahatsız olan,
ibadetlerine güvenmeyen, yaptıklarıyla övünmeyen, kendini öne sürmeyen… lerden
meydana gelecektir.
Mutsuz insan verdiği
eserlerden anlaşılır. Madem mutsuzdur Müslümanlar, sayalım bakalım son 300
senedir hangi eserleri vermişler?
Afşar Zeybekoğlu’nun
doyumsuz yazılarından birisini daha okuduk:
“Dindar insanların nasıl olup da hazineyi soyup soğana çevirdiğini mi
merak ediyorsunuz. Din boyasını kazıyın ve dindar badanasının altındaki ‘bedava
devlet gücünü kullanabilmek imkânını’ ele geçirmiş ilkel insanı görün. Zira
günümüz dincilerinin hali içine ilke, kanun, terbiye konulmamış ruhsuz çamur
yığınından farksızdır”.
İşte Müslümanın hali.
Mutsuz değil, tam tersi mutlu Müslümanın hali. Dünya da mekânı ve ahirette
imanı tamam etmiş Müslüman!
Dua edelim de sıkıntılar,
belalar Müslümanların üzerine yağsın. Yağsın ki, sahte mutluluklardan kurtulup,
acının acı olmadığını anlasınlar. Mutsuzlukla başladıkları yollarına, huzuru
kalp içinde varsınlar. Zihinlerinde biriktirdikleri zanlarını (putlarını)
kırsınlar da, tapınma dedikleri tanrılarını yerle yeksan edip, Allah’a
ulaşsınlar. Özgürleşsinler, çünkü derin tefekkür, ancak özgür Müslüman’ın
becerebileceği bir çalışmalar bütünüdür. Durmaksızın halinden şikâyet eden,
ilim fakiri Müslümanlar yerine, halinin haliyle hâllenip, halini (fıtratını) bilinçli
yaşayan gerçek Müslümanların, mutsuzluklarını aşıp, gerçek huzura varacağının
şuuru ile…
“Mutsuz edenlere dua et, mutluluğu daha derin hissettirdikleri için” (Hz.
Mevlâna)
Murat Alparslan Tekoğlu :
YanıtlaSilYanlış kader inancı ve Hz.İsa-Mehdi gibi kurtarıcılar bekleme tarzında inanışlarında ilave olarak etkisi olduğunu düşünüyorum.
İslam'da olmayan fakat geleneksel olarak dine sokulmuş bu bidat ve hurafe inanışlar Müslümanı tembel, kolaycı ve sorumsuz yaptı. Müslüman alın yazım, felek v.s diyerek sorumluluktan kaçtı ve kendi noksan ve hatalarını Allaha fatura etti. Oysa işin doğrusu çalışmak ve sebeplere sarılmaktı, bunu yapmadı. Müslüman nasılsa mehdi gelecek, Hz.İsa inecek dedi ve kurtarıcı bekledi, oysa illa bir kurtarıcı olacaksa onun kendisi olduğunu, bunun yolunun da çalışmaktan geçtiğini unuttu.
Bu problemin tek çözümü Müslümanların yeniden Kuran merkezli bir anlayışla dini yorumlamalarıdır. Yeni nesiller bu anlayışla görecekleri dini eğitimle kurtarılabilir ve Müslümanlar ancak bu şekilde bilim, teknoloji,ekonomi, kültür,sanat, siyaset v.s gibi alanlarda başarılı olabilir.