İnsan yüreğinizden
aşağılara inen titremelerin, beyin zarı içinde meydana getirdiği bir
tahribattır acımak. Dayanılması zor acıklı hadiselerin, gözden ırak olsa da,
hissedilmesi ve titremelerin ardı sıra, duygu dünyasından ruha tesir eden ve
gözlere boca edilen yaşlar. İnsanlık gereği, insanca bir durumdur anlatılan.
Acımak, insan olmaktan, merhametten hâsıl olandır, olağandır.
Merhametini yitiren,
şefkati unutan katı yüreklerde titremeler de olmaz, titremeler olmayınca
Allah’ı da hatırlayamaz. Bu durum gerçekten çok acıklıdır. Her konuşmasında
Allah kelimesini -güya- dilinden düşürmeyen ve hatta “yaratılanı severiz, beni de sizi de
yaratan Allah’tan ötürü” diyerek, merhametli
olduğunu durmaksızın vurgulayan kişinin ağzından bir gün “Acıyanlar acınacak duruma düşer”
gibi, argo ve sokak ağzından söyleniverirse, tüm önceki nutuklarının değeri de
sıfırlanacaktır. Çünkü merhamet, İslamiyet’in en evvel gelen en önemli esasıdır.
Bu vasıf terk edilemez özelliktedir. “Acınacak duruma gelmek, acıdığı için”,
merhametten nasipsizlik söylemidir, pişmanlık dillendirmesidir, bundan böyle
acımayacağım, merhamet etmeyeceğim, şefkatli olmayacağım demektir. Merhamet ki,
varlık sebebi, hayatiyetin devamının direği, kurumuş gönüllerin yeşermesi,
bitek tarlaların hasılası, hasatın değerlendirilmesi… Hz. Mevlâna’nın “Ne olursan ol, gel” yakarışıyla
kucak açışıdır.
Hz. Ali’nin (Krv) Mısır
Valisi’ne yazdığı mektuptan şu satırları okuyalım: “Halk içinde kalbinde sevgi ve merhamet duyguları ile lütuf meyilleri
besle. Sakın biçarelerin başına, kendilerini yutmayı ganimet bilen yırtıcı bir
canavar kesilme! Çünkü bunlar iki sınıftır; ya dinde bir kardeşin, ya
yaratılışta bir eşin. Evet, bunların kabahatleri bulunabilir; kendilerine
bir takım kusurlar arız olabilir. Hata ile yahut kasıtlı olarak işledikleri
kabahatleri olsa da, ellerinden tutup doğru yola getirmek pek mümkündür. Nasıl
Allah’ın kendin için affını ve hoşgörüsünü istersen, onların da affını ve hoşgörüsünü
bol bol ver. Çünkü sen onların üstünde bulunuyorsun. Valilik yetkilerini sana
veren ise senin üstünde bulunuyor. Allah ise valiliği sana verenin de
üstündedir ve kullarının bütün işlerini hakkıyla görmeni istiyor, seni onlarla
imtihan ediyor. Sakın Allah ile harbe girip de kendini O’nun gazabına siper
etme! Çünkü ne intikamına dayanacak kudretin var, ne de O’nun af ve
merhametinden müstağnisin.”
Dikkatle okunursa, acınacak
hale gelsen de, merhameti esirgememekle yükümlüdür özellikle idareciler. Merhamet
ve şefkatten yoksun idareciler ise, durmaksızın hatalar yapmaya mahkûmdur.
Hatası, yanındakilere ve halkına güvenememekten kaynaklanır. Bütün varlığı,
bütün yetkiyi kendisinde görmesiyle, vehmettiği yüceliği bir gün gele ki,
onulmaz hastalıklara sebep olmuştur. Bu itibarla Hz. Mevlâna “Merhamete nail olmak istersen, zayıflara
merhamet et”, Hz. Muhammed (SAV) “Merhamet etmeyene merhamet edilmez”
buyurur. Devlet yöneticisine göre zayıf, idaresi altındaki herkestir.
Pınarlar, dereler,
çağlayanlar sevgiyle akarlar. Kurumuş bir dere görürsen bil ki, sevgisiz
kalmıştır, sevgisi de kurumuştur. Merhamet de sevgiden neşet eder. Sevgisiz
kalplerde acımanın, merhametin, şefkatin zerresi bulunmaz.
Hâlbuki insan, dışarıyı bir
tenkit ederse, içini bin tenkit etmelidir. Yol, merhamette yarış, ölçü ise
vicdan olmalıdır.
Şöyle söylerler: “İnsan vicdanı kadardır”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder