9 Ocak 2014 Perşembe

Ümmet, İslamcılık ve Günümüz Tartışmaları-V

“Müslümanları birbirine bağlayan ve gruplara göre farklı olan tabiî, sosyal, siyasi, coğrafi… bağlar vardır. Bu bağlar ümmet birliğine, dolayısıyla İslâm’a aykırı olmadıkça meşrudur, çoğu teşvik edilmiştir. Ancak, bütün bu bağların üstünde olan, onları destekleyen, kontrol eden ve aşan bağ ‘dindaşlık bağıdır’, Müslüman kimliğinin temsil ettiği ilişkidir. Kur’an’a göre bu ilişkiyi ifade eden ve yönlendiren temel kavramlar ‘kardeşlik, velâyet(birbirinin velisi, koruyucusu, temsilcisi, tarafı olmak), yardımlaşma, dayanışma, hep birden Allah’ın ipine sarılmadır.’ Müslümanlar bu kavramları hayatlarını yöneten ve yönlendiren kurallar haline getirmedikçe ümmeti oluşturamazlar. Ümmeti oluşturmadıkça da güçlü olamaz, diğer kültür ve medeniyetlere alternatif olacak çağdaş İslam medeniyetini dünyaya takdim edemezler.” (Prof. Hayrettin Karaman, Yeni Şafak, 27 Temmuz 2013)

Hayrettin Karaman Hoca Türkiye’nin hatırı sayılır fıkıh hocalarındandır diye biliriz. İslamcı gelenekten gelir, aynı zamanda da ‘dinler arası diyalog’ hareketinin öncülerindendir. Yukarıdaki paragrafta, ‘Ümmet’çilik anlayışını ortaya koymaktadır. İslam’a aykırı olabilecek bağlardan bahsetmese de, yüz yıllar öncesi İslâm anlayışına aykırı olmayan olarak okumaktayız. Bir kere vazedilen kurallar daima uygulamada olmalıdır. Asla değişmez ve değiştirilemez ve hatta geliştirilemez. Durağandır, stabildir, ne dendiyse odur. Dikkat buyurulursa, son tespitler ‘şirk’ kokmaktadır. Sınırlamak, şirkin aslıdır. Bu sebeple, ‘içtihat kapısı’ daima açıktır. İlmin ilerlemesi bir an bile durmaz ki, ‘Her an şan alan’ zaten daima gelişmededir, durmak, duraklamak şirktir, bu kadarı yeter kabulü ortak koşmanın alasıdır. Bu sebeple geri söylemde, asrın evvelinde kalmışlardır.

Tıpkı, son gelen peygambere biat etmeyenler gibi, ikilikte kalmışlardır. Kardeşlik, velayet, yardımlaşma, dayanışma tabii ki topluluk olmanın, ümmet olmanın gereğidir ve bunlar İslâmi ve insani kurallardır.

“Kültür ve medeniyetlere alternatif olacak çağdaş İslam medeniyeti” söyleminde bulunan hoca laikliği şöyle tarif ediyor: “İslam’ı siyasi ve sosyal hayatın dışına itmeyi amaç ve ilke edinmiş bir siyasi rejim” (10 Kasım 2013 tarihli yazısı, Yeni Şafak) şu tarife bakar mısınız? Hangi güç vardır ki, İslam’ı bertaraf edebilsin, Kur’an’ı Kerim’i hayat dışına itebilsin? Bu tanım bile İslamcılarımızın içler acısı halini açıkça anlatıyor. Bu tarif içinde mesela ‘Siyonizm’ yoktur, İngiliz emellerine ortak çalışmalar yapanlar yoktur, kapitalizmin sömürücü bir küresel düzene doğru evrilmesi yoktur, İslami hayat tarzı yaşayanların bir-kaç gecede milyoner olmaları, gemicik sahibi olmaları filan yoktur, ama Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı kokusu vardır.

Yazının başlığı her düşüncesini açık ediyor, metni okumaya gerek yok, aslında metinde de bir şey anlattığı yok. Amacı, vermek istediğini yazının başlığına yerleştirmek. Öyle de yapmış Hoca:“Ümmetten ulusa geçtik ne kazandık”(H. Karaman, 3 Ekim 2013 yazısı, Yeni Şafak). Şu satırları aynı yazıdan okuyalım: “Dava ancak İslâm davası, kardeşlik İslâm kardeşliği, birlik de din merkezli ‘ümmet birliği’ olmalıydı.”

Hoca’nın anlatmaya çalıştığı durumu, Osmanlı yıkılmaya doğru gittiği yıllarda uygulamak istedi. Üç Tarz-ı Siyaset’ten okuyalım: Osmanlı, ‘Osmanlı Milleti’ yaratma iddiasından vazgeçerek… “Bütün kuvvetini verip İslâm unsurlarını -evvela Osmanlı ülkelerindeki, sonra bütün kürei arzdakileri- soy farklarına bakmaksızın dindeki ortaklıktan istifade ile tamamen birleştirmeye, her müslimin en küçük yaşında ezberlediği ‘din ve millet birdir’ kaidesine uyarak bütün Müslümanları, son zamanların millet kelimesine verdiği manâ ile bir tek millet haline koymaya çalışmak lüzumuna kani oldular. Bu, bir cihetten Osmanlı ülkeleri sakinleri arasında ayrıştırmaları ve farklılaşmaları davet edecekti, müslim Osmanlı tebaası ile gayrımüslimler ayrılacaktı.”

Nitekim: “Hükümdar, Sultan, padişah lakapları yerine Halife dini sıfatını koymaya çalıştı; genel siyasetinde din, İslâm dini mühim bir mevki tuttu. Nizami mekteplerin tedrisatında dinî maddelere ayrılan zaman artırıldı. Tedrisatın esası dinîleştirilmek istendi. Dindarlık, müttekilik -velev zâhirî ve riyakârane olsun- hilafet penahının teveccühünü celbetmeye en kavi vesileler haline geçti. Yıldız saray-ı hümayunu; hocalar, imamlar, seyyitler, şeyhler, şerifler ile doldu…

“Lâkin, işbu siyasi doktirin ile Osmanlı Devleti, tanzimat devrinde terk etmek isteğini dinî devlet şeklini tekrar alıyordu. Artık, vicdan ve fikir serbestliğini, siyasi müsaviliği, medeni müsaviliği terk etmeye mecbur kalıyordu. Binaenaleyh Avrupavarî meşruti hükümete veda etmek, devletin tebası arasında cins ve din ihtilafından, içtimai vaziyet ihtilafından çıkarak ötedenberi mevcut olan sevişmezlik ve zıddıyetin artmasına ve bunun neticesi olmak üzere de ayaklanma ve isyanların çoğalmasına, Avrupa’da Türklüğe düşmanlığın şiddetlenmesine katlanmak iktiza ediyordu… filhakika öyle de oldu.” (Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset)

Çözüm ve düşünce üretmek ezberleri tekrarlamakla olmuyor. Nitekim Karaman Hoca’nın ‘olmalıydı’ kelimesi, kendi fikrini anlatmak yerine, Cumhuriyeti ve kurucularını eleştirmekten ibarettir.

Ezberlerine takılanlar, geride kalmışlardır hem iman ve hem de hayat tarzı bakımından, bu da tamamen geriliğe öykünmektir ki, Allah muhafaza küfre götürür.
(Devam edecek)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...