Vaktiyle, savaş kazanmak,
çoğu savaşlarda düşmana dizanteri mikrobunun salınmasıyla başlayan bir zafer
gösterisiydi. Sıkıştırılmış düşman! Kuvvetleri, güya bulundukları yerlerde
dışkılayacaklar ve bu üretimden mikroplar üreyecektir. Dizanteri. Sari olan bu
mikrop, tüm orduyu (veya ahaliyi) dolayıp, zayıf düşürecek, tedavi imkanları da
sınırlı olduğundan ordu (millet) teslime zorlanacaktır.
Değişiklik yok şimdilerde
de. Olan hep aynı.
Ya mikrop gönderiyorlar yok
etmek için, ya da mikrobu içten yetiştiriyorlar yine yok etmek için.
Dizanteri, ilginç bir
hastalık. Kendini, kendi üretiminle yok ediyorsun. Ne fark eder? Ha dışkılayıp,
ürettiğin mikropla ordunu mahvediyorsun, ha da içinden yetişen devşirilenlerle
milletini mahvediyorsun, ne fark eder?
Kaleler, içeriden satın
alınanlar olmadıkça fethedilemezler. Kural budur.
Orduna veya milletine
kirletilmiş suyu içirirsen, mikrop vücudu sarar ve millet yok olur. Yapılan
budur. Sultan II. Kılıçarslan’dan bir örnek şöyledir:
Selçuklular Anadolu’da
yaylak, kışlak, avlak ve otlak alanları bularak fethetmek ve geliştirme
faaliyetlerini hızla devam ettiriyorlarken, Bizans imparatoru da Balkanlarda
devletinin sınırlarını genişletmekle meşguldü.
Türkmenlerin, Bizans’ın sahip olduğu şehirlere saldırması ve eline
geçirmeleri üzerine Sultan II.Kılıçarslan’dan, şehirlerinin geri verilmesi için
yardım talep ettiler. II. Kılıçarslan bu yardım talebine soğuk baktı. İmparator
gücünden o kadar emindi ki, Selçukluya saldırarak tüm şehirleri ele geçirmeyi
planladı. İmparatorun kurduğu plan, sultan Kılıçarslan tarafından deşifre
edilerek, İmparator ordularının geçeceği yollar ve merkezler tespit edilip ve
ordunun geçeceği “arazi,
ekinler ve otlar tahrip edildi; çevredeki bütün su kaynakları kirletildi. Bu
yüzden Bizans ordusunda çıkan dizanteri yüzünden çok sayıda Bizans askeri öldü.
Sultan II.Kılıçarslan, bu arada İmparatora üçüncü kez barış teklifinde
bulunmayı da ihmal etmedi. Ancak İmparator kibirli bir şekilde barış
görüşmelerini Konya’da yapacağını bildirdi” (Karamıkbeli Savaşının Anadolu Türk
Tarihindeki Yeri, Dr. Ebru Altan)
Mikrop salınması eski bir
yöntem. Savaşların topyekûn yapıldığı günümüzde de dizanteri mikroplarının
milletin içine salınması yöntemi özellikle soğuk savaşın sona erdiği tarihten
itibaren başvurulan bir yol. Bunun örneklerini her gün televizyonlarda,
gazetelerde görmekteyiz. Mikrobu yaymak için verilen savaş, mikroba maruz halk
kesimlerinin korunmasız bırakılması ile köpeksiz köyde değneksiz gezenin hali
gibi. Hakk’ı bir an düşünen için mümkün olmayacak düşünce aktarımları,
Firavun’u bile yolda bırakacak cevvaliyette devam ediyor. İlkelliktir bu.
Medyumlar ve büyücülerden (üfürükçüler)
deva umar bir hale gelen toplum, bir kahve içmek üzere oturduğumuz kahvede fal
bakmak için ayağınıza kadar gelen umut tacirlerinin geliştiği, çoğaldığı bir
ortamda, zengin olmak heveslerinin yaygınlaştırıldığı ve kolay para kazanma
imkânlarının daima reklamlar yoluyla halk içinde kışkırtıldığı günümüzde
kolaylıkla insanların kandırıldığı yadsınamaz. Bu durumdaki insana kolaylıkla
ulaşmak mümkün olmaktadır. Küçük bir vaat bile kandırmaya yetmektedir. Boyalı
ekranlardan seyredilen filmler, sohbetler, emperyalist fikirlere (inançlara)
maruz
bırakmaktadır savunmasız insanı. Nereye doğru derseniz, ilkelliğe doğru
derim.
“İlkel insanın kendilerini ilgilendiren konulara odaklanma
kapasitelerini inkâr etmek mümkün değildir. Eğer biz de bizi ilgilendirmeyen
konulara dikkatimizi yoğunlaştırmaya uğraşırsak, ne kadar kısa sürede odaklanma
gücümüzün azaldığını görebiliriz. Onlar gibi biz de duygusal dip akıntılarımıza
bağımlıyız.” (Carl Gustav Jung, Keşfedilmemiş benlik,
çeviren Barış ilhan” Mesela, bizim için sıradan olan ve nasıl
olursa olsun ama çözülsün diyerek görüş belirttiğimiz bir hususu 35 yıldır
bıkmadan-usanmadan tartışırlar, çözüme yaklaştıkları anda bırakıp soğumasını
beklerler ve sırasını yakalayınca, aynı konuyu anında gündeme taşımayı çok iyi
becerirler. “Olağanın dışındaki her şeyin
onu korkutmasını anlamak kolaydır.” (Jung, aynı eser) Bildikleri,
inandıkları düşünce sınırlarını bir türlü aşamazlar, korkularındandır bu durum.
‘Gezi olaylarını’ ve tepkilerini hatırladığımızda, getirdikleri çözümler ve
sebepler taa 60 yıl öncesiyle izah etmekten öteye geçmemiştir. Hem de “tıpa tıp”
söylemiyle. Oysa olağan dışı olarak görmek yerine, ‘şimdi ne hatalar yapıldı’ şeklinde bir fikir
çalışması hakikati göz önüne sermeye kâfi gelecekti.
Dizanteri mikrobundan
kurtulmanın yolları bellidir. Aşılar yapılır, etraf temizlenir, kirletilmiş
sulardan uzak durulur, mikroba bulaşmış kişiler tecrit edilerek tedavileri
yapılır ve mikroba maruz insan ve toplum kurtulur.
İlkellik mikrobuna bulaşmış
toplumun tedavisi nasıl olacaktır? Bu kadar kolay mıdır?
Zahmetsizce ulaşılan
makamlar, kolayca varılan zenginlikler, hırs ve tamahın kör ettiği gözler,
kıskançlık, haset ve kinin daralttığı beyinler, sevgisizlik, düşmanlık ve
tembelliğin alabildiğine prim yaptığı 21. Yüzyıl gaflet günleri.
“Günümüzün materyalistik görüşleri arkaik (*) düşüncede de
görebileceğimiz bir eğilime sahiptirler. İkisi de bireyin sadece bir sonuç
olduğu noktasına varırlar; birinci görüşe göre insan doğal nedenlerin
sonucudur, ikinci görüşe göre ise tesadüfi olayların. Her iki hesapta da, insan
bireyliği kendi hakkına sahip bir şey değildir, nesnel dünyada bulunan güçlerin
tesadüfi bir ürünüdür. Bu düşünce, insanın asla eşsiz ve kendine özgü kabul
edilmediği, her zaman yerine bir yenisinin konabileceği, kolay vazgeçilebilinir
bir şey olarak düşünen arkaik dünya kavramı kanalıyla gelmiştir.
Nedenselliğin dar perspektifi nedeniyle, modern materyalizm arkaik insanın
bakış açısına geri dönmüştür.” (Jung,
aynı eser.)
Bütün yazılarımızın ortak
konusu ‘İnsan’dır. İnsan yetiştirilemez, ‘yetişir’. İnsanın yetişmesi temiz
ortamlarda, gümrah topraklarda olur. Bunun için devletin görevi ortamı temiz
tutmak, çevreyi mikroplardan arındırmak olmalıdır.
Yazımızın başlığında bir de
‘raks’ kelimesi vardır. Devlet zenginlik demektir. Devlet idarecilerine yakın
duranların, kendi taraflarına zenginlik aktarımı için yaptıkları oyunların
tamamı raks kelimesi ile anlatılabilir. Onların ne büyük dansöz oldukları,
büyüleyici rakslarını seyretmeye doyamayan devlet idarecilerinin gözlerini
kapamalarından belli değil mi?
Son paragrafı okuyup da
hemen onaylayacak yiğitlere de bir çift sözümüz var. Yarın iktidar koltuklarını
doldurduğunuzda bu paragrafı sakın unutmayınız.
Büyücünün dansı, daima
olduğu gibi sizin de gözünüzü kapatabilir.
(*) “Arkaik sözcüğü en eski,
ilk -orijinal- demektir.”