26 Aralık 2013 Perşembe

“Danışan Dağları Aşar mı Aşar”

“Çünkü teröre karşı zafer kazanmadan iç kontratın evrensel kurallara göre yeniden yapılması Türkiye için hayli riskli bir girişim olacak. Çünkü evrensel kurallar ülke koşullarını, özgüllükleri göz önüne alarak oluşturulmamıştır, Türkiye ise birçok açıdan evrensel kurallarda istisna talep edebilecek iç ve dış özelliklere sahip. Bu istisnayı ancak terörü ortadan sildikten sora talep etme hakkımız kalmaz, çünkü o an evrensel kurallar kulübünün üyesi olma anı olacak” (Serdar Turgut, Akşam, 17.08.2005)

Söylenmedik laf kalmamış. Dikkatler çekilmiş, yollar bildirilmiş, raporlar verilmiş. Fakat inadım inat, bildiğim murat. ‘Kürt meselesi’, ‘Kürt realitesi’, ‘Yıldız Diyarbakır’, ‘ovada siyaset’… neler neler. Binmişler tepemize, bağımsız ve bağlantısız düşünebilme yeteneğimiz kalmamış. Nasıl isterlerse, nasıl öngörmüşlerse planlamalarımızı da onlara göre yapıyoruz. Duvara toslayacağımız hatırlatıldığı, şarampole yuvarlanacağımız rapor edildiği halde. Neden? Çünkü en iyisini ben biliyorum. Söze, lafa gelince, danışmanlar, müşavereler, anketler, görüşmeler, akil adamlar… gırla gider. Eyleme gelince ben bilirim.

Peki, seni oralara oylarıyla taşımış, sana güvenerek devletin idaresini teslim etmiş taban ne olacak? İlanihaye desteğini sürdürecek mi sanırsın? Tabanın fikrini, görüşünü, düşüncesini neden almazsın? Tamam, senin, en iyi bildiğini herkes biliyor, biliyor bilmesine de ne olurdu biraz da tabana kulak verseydin!.

Gerçi, Türk siyasetinin (ve bürokrasisinin) eskilerden kalma alışkanlığıdır kendinden başkasına kulak asmamak. Vazifesi olmadığı halde mühendislik işlerine karışmak, doktorların nasıl muayene yapacaklarına karar verme, yol tadilat projelerinin kendisinin denetiminden geçirtme, bütçe fasıllarına konulacak harcamalar miktarına karar verme, tayin edilecek sıradan bir müdür için kendisinin tercihini ön plana çıkartma… neler neler. Koltuğa oturan mübarek, her şeyin en iyisini bilir, başımızda bir allamedir. Bizim allameler, maharetin koltukta olduğunu, o koltuğa oturanın her şeyi bileceğini, her şeyi becereceğini düşünürler. Bir de kırmızı kravatları vardır ki, sormayın. Lacivert elbiselerin içinde beyaz gömleği de giydi mi, tamamdır. Yapamayacağı iş, alamayacağı karar yoktur maşallah, Allah kem nazarlardan saklasın. Bir Büyük Şehir Belediye Başkanı, şehrin önemli bir meydanına yaptırılan ‘alt geçidin resimlerini kendisinin çizdiğini’ söylemişti de ne kadar gülmüştüm. Bari sus be adam! Memlekette mimar mı kalmadı?

“Büyük eylemler hiçbir zaman rastlantının ve talihin eseri değildir; her zaman tertip işidir” demişti Napolyon. Tertip olunca da, kimsenin sözüne bakılmaz, kimsenin fikri dinlenilmez. Sadece medyanın devleri tarafından, “büyük tertip” olanca kuvvetiyle halka (tabana, oy verenlere, büyük çoğunluğa) yedirilmeye, hazmettirilmeye çalışılır. İdare edenlerin görevi ise, durmaksızın tema değiştirerek, üç-beş değişik mekânda konuşmak ve izleyicileri (geniş halk kesimlerini) adeta fikir bombardımanı altında esir almaktır. Halk, taban daima korumasız ve çaresizdir. Üçgenin en tepesindeki inandığı kişinin yaptıkları kutsalları arasına çoktan girmiştir bile. Bir insan hayatı için önemli bir süre de olsa, devlet ömrü için hiç önemi olmayan 8-10 yıllık bir süre için destekleri devam etse de, tavandaki ‘ben bilirim’cinin hali çürüme başlatır, çürüme tabana kadar sirayet ettiğinde ise, çatırdama kuvvetlenir ve taban kendine yeni alanlar bulmanın telaşına düşer.

Çünkü çürüme, danışmama, fikrine müracaat etmeme, halka, oy verenlere değer vermemeyle seyrini hızlandıracaktır. Benliğinden dolayı zayıf yaratık sınıfındakilerin kibirleri, çürümenin görülmesi ve anlaşılmasını da önleyecektir, böylece tedbir alınması da mümkün olmayacaktır.

Çünkü diktatörleşme, ‘ben bilirim’cinin ipleri elinde tutma isteğinin, yönetimi çoğunlukla paylaşmama iradesinin sonucudur.

Çünkü işgal, kamu kurum ve kuruluşlarında, üniversiteler, valilikler, belediyeler, bakanlıklar.. da, yandaşların doldurulmasıyla su yüzüne çıkmış ve yeteneksiz kişiler elinde kurumlar dökülmektedir.

Çünkü ordu, asli görevlerinden olan yurt savunmasında zafiyetler yaşarken, iktidar kavgası hırslıları, AB_D gibi tahakküm kuranların uzaklardan dayattığı ve asla halkoyuna başvurulmadan uygulamaya konulan milli değerlerin ayaklar altına alınması, artık kör gözlerin bile görebileceği açıklıktadır.

Bu küçümseme, bu değer vermeme, bu yok varsayılan insanlar öyle bir hal alır öylesi bir cendereye sıkılmış yaşarlar ki, ‘yaratıcı’ olabilme özelliklerini yitirirler. Bu da tam iktidarın arzu ettiği bir durumdur. Milletin psikolojik sıkıntısı had safhaya varınca da patlamaya hazır bomba elinde gezenler sokakları doldurur. Anarşiye koşar adımlarla gidiştir bu durum. “Çözüm, özgür, özerk, özgül, özgün birey olabildiğimiz bir toplumu oluşturabilmede; insan ilişkilerinde, insanlarla kurumların ilişkilerinde, yöneten yönetilen arasındaki karmakarışık bağlantılarda, yaratıcılığa katkıda bulunabilecek bir sağlıklı düzen oluşturmada yatıyor. Yaratıcılığın ne olduğunu anlayacak ölçüde yaratıcı olamıyoruz.”  (Ahmet İnam, 21.10.2012, Akşam)

Tarihçi Eric Jan Zürcher, Ezgi Başaran’a verdiği röportajda (Hürriyet, 26.10.2008) ince tespitler yapar:

“AKP dönemini Menderes dönemine çok benzetiyorum. Menderes, Kemalist kuruma karşı büyük bir zafer kazanmıştı. Ülkede bir özgürleşme havası, yeni bir dönem başladı hissi vardı. Ekonomik büyümeyi de ekleyince Türkiye altın çağını yaşıyordu. O yüzden 1954’te Menderes müthiş bir oyla ödüllendirilmişti. Bu da onu şımartmış, Demokrat Parti tiranlık yapmaya başlamıştı. Ekonomi kötüye gidince özgürlükleri baskıladılar ve dini kullandılar. Benzerlikler gayet net. Şu anda AKP de aynı menderes gibi ezici politik güçle ne yapacağını bilemiyor. Gücünü küstah bir şekilde kullanıyor. Muhalefete, tabanı dışında kalan kişilerin fikirlerine önem vermiyor ve Menderes’in düştüğü tuzağa düşüyor. Bu da AKP’nin modernleşme sürecinde ileri adım atmasını engelliyor.”

“Danışmayan düz yolda şaşar mı şaşar”…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...