24 Kasım 2013 Pazar

Tarihe Bakış

Tarihi hadiselere bakışı;

1-   Muhafazakâr bakış,
2-   İlmi (akli, ahlaki)  bakış:

Olarak ayırdığımızı düşünelim.

Gözden göze fark vardır ya, biz de böyle kabul edelim. Şimdi, şöyle söylüyor tarihçi sıfatıyla anılan birisi. “Dünyanın en zengin başkanı Atatürk”. Sonra şöyle söylüyor utanmadan: “Devletin memuruna maaş veremediği zamanlarda, Atatürk’ün maaşı bugünkü parayla 60 Milyar liraydı.” Bu bir bakış açısı, böyle de açıklanabilir, böyle de anlanabilir ve anlatılabilir, “geriye kim için, kime ne bıraktı”? Sorusunu sorarak da anlatılabilir. Durduğu yere, hizmet ettiği fikre, para kazandığı, statü edindiği topluluğa göre anlattıkları kendilerine göre doğrudur.

Sonra, demokrasi denen algının günümüzde kazandığı irtifaya göre düşünerek, 90 yıl önceyi eleştirmek de mümkündür. Hatta bu zavallı bakış sahibine niye sadece 90 yıl, 150 yıl, 300 yıl, 1000 yıl önceyi niye bu mantıkla eleştirmiyorsun diye soramazsınız. O zaman, demokratlığı aklına gelir! Demokrasi ile sizi vurmaya kalkışır.

Muhafazakâr kelimesi ile vurguladığımız tarz, ‘izm’ler tarafından sıkıştırılmış, idelojilerin tuzağına düşmüş, neyi korumaya çalıştığının bile farkında olmayan zavallı bir tarzdır. Okuduğu değil, okunandan kendisinin ne çıkarttığı ve nasıl yorumladığı önemlidir. Dahil olduğu toplum (cemaat, menfaat topluluğu) içindeki statüsünü kaybetmeme ve hatta daha da perçinleştirme çabası da vardır, tek amacı bulunduğu çıkar topluluğu içindeki statüsünü sağlamlaştırmadır. Tarihte olan olayların, ne, niçin, nasıl olduğu ve kim tarafından, niye yapıldığı değil, beynine yerleşen (yanlış veya doğru) fikirlerini o tarihi olayı nasıl değerlendirir ve yorumlarsa destek sağlayacağını düşünür ve ona göre işlem yapar. Onun için tarihteki hadise, “ne oldu, gerçekten ne oldu” (Ömer Faik Anlı, Postmodern dünyada tarih yazımına karşı eleştiriler) sorusuna cevap aramak değildir. Tarihi olay her ne ise, menfaat topluluğuna nasıl hizmet edeceği sorusu, asıl onun davranışlarını ve yönünü belirler. Örnek mi; hiç çocuğu olmayan tarihi bir şahsiyetin torunlarından aldığı mektubu yayınlamakta beis görmez, yeter ki, kendi ideolojisine hizmet etsin. Tabii, dahil olduğu cemaatin hoşuna gidecek sözler ve cümleler dizdiği için, el üstünde tutulur ve yazıları, kitapları okuyucu rekoru kırar, bu aradaki kazancına karışamayız. Onun amacı, para, menfaat değil yalnızca Allah’ın Rızası’nı kazanmaktır!. Hâsılı, muhafazakâr tarih yazıcısının amacı, hakikati belirleyip gün yüzüne çıkartmak değildir. Zaten böyle bir amacı veya gücü de yoktur. “Geçmişi görünür kılan tanıklıklar taraflı ve eksikken, bunun üzerine tarihçinin mensubiyet bağları ve tarafgirlikleri devreye girmektedir. Tarihçi, seçtiği metinlerden (tanıklıklardan), bu metinleri bir araya getirme yöntemine kadar epistemolojik, ideolojik, dini, felsefi aidiyetlerinin etkisi altındadır. Daha da önemlisi bu aidiyetlerin bir bileşkesi olarak belirli ‘iktidar’ların bilinçli ya da bilinçsiz ‘uygulayıcısı’dır. (Ömer Faik Anlı, aynı çalışmadan)

Hakikatin su yüzüne çıkması, görünür ve bilinir hale gelmesi, beynini kiraya vermişlerin çabalarıyla önlenebilecek midir? Asla. Çünkü tarihin aktarılmasındaki bilerek veya bilmeden yapılan hatalar, hakikati asla kapatamaz. Belgeler, olaylar, bilgiler bir gün su yüzüne, namuslu tarihçiler eliyle çıkacaktır (çıkar). Çünkü tarihi yapan halktır, gerçek tarih halkın zihninde, genlerinde saklıdır. Her dönemde bulunan, emperyalizmin paralı askerleri ne kadar çabalasalar da hakikati örtemeyeceklerdir.

“Yanlış algılamaların yaygınlaştırılması, halkın elini kolunu bağlayıp beklemesini sağlamanın yollarından birisidir. ‘tarihin sonunun geldiğini’ dolayısıyla artık yapılacak bir şey kalmadığını söyleyenler de aynı amaç doğrultusunda tavır almışlardır.

Allende, gerçeğin bu olmadığını, canını almak amacıyla başkanlık sarayını kuşatmış olan emperyalizmin hizmetindeki güçlerin ayak seslerinin ortalığı kapladığı bir sırada şöyle haykırmıştır: ‘tarihi yapan halktır, halkın bu görevini sürdürmesini hiçbir güç engelleyemeyecektir’.” (Prof. Alpaslan Işıklı, 3 Ocak 2012 İlk Kurşun)

“Atatürk’ün mirasını bilim ve Türk milletinin geleceği için kullanmayan adamlar, iktidarlara yağdanlık olmak için millete ve Cumhuriyet’e ihanet için yarışıyorlar.” (Mustafa Önder, haberiniz.com.tr, 29 ekim 2013)

Emperyalizmin sesini dillendirenlere, manda talep edenlere karşılık, Sivas Kongresi’ne tıp okulu temsilcisi olarak katılan Hikmet Boran’ın, Mustafa Kemal Paşa’ya hitaben yaptığı konuşmayı, Prof. Nurullah Çetin, 3 Kasım tarihli yazısıyla haberiniz.com.tr de yayınladı, okunursa tarihin nasıl yapıldığı ve bu tarih yapanların bıraktığı miras nasıl nesilden nesile aktarıldığı anlaşılmış olur. Bu sebeple, hainlerin olması ne kadar doğal ise, karşı duranlar da olacak ve daha sağlam, daha inançlı olarak karşı durmaya devam edeceklerdir. 


Tarih yazıcısı, ilimden, akıldan, vicdandan uzaklaştıkça, emperyalizmin kucağına düşmesi kaçınılmazdır.

1 yorum:

  1. Tuncay Altunezen :
    "Dahil olduğu toplum (cemaat, menfaat topluluğu) içindeki statüsünü kaybetmeme ve hatta daha da perçinleştirme çabası da vardır, tek amacı bulunduğu çıkar topluluğu içindeki statüsünü sağlamlaştırmadır."
    Bu tespitini, bence çok olayın düğüm noktası , Hocam.
    Kaleminize sağlık.
    Çok az şeyin namusu kaldı. İlm de bu bozulmadan payını fazlası ile aldı.

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...