28 Kasım 2013 Perşembe

İhtardır…

Hayatımızdaki sıkıntılar, bunalımlar, kırıklıklar, mutsuzluklar, kavgalar… Bize dayatılan yanlış doğrulardan kaynaklanıyor olabilir.

Dayatmak; doğru olmayan, Hakk olmayan (yok ya, bizim algımıza göre), tümden kabulü olmayan, üzerinde itirazları olan fikir, kanun, birilerinin kabulleri gibi verilerin herkes tarafından kabul görmüş gibi işlem görmesi halidir diye tarifi mümkün müdür? Sanırım mümkündür.

Yıllar boyu hakikat ehli, tasavvuf ehli, edebiyatçı, Hakk aşığı.. gibi sıfatlarla televizyon ekranlarına çıkartılarak, bizi kandırmışlar. Mutasavvıf dediler. İnandık. Edebiyat ehli dediler inandık. Her çıkışında ekranlara dikkatle dinledik. Ne söylüyor, neler anlatacak merakıyla ağzına tüm dikkatimizle baktık.

Şimdi şunu söylüyor: “Durduk yere vatan haini damgasını yemek istemedim”. (*)

Ne acayip, ne gayr-ı imanî, ne kafir, ne anlamsız, ne lüzumsuz.. bir cümle!...

Durduk yere Yezit’in Halifeliği’ne karşı çıkmamıştı Hasan-Hüseyin,

Durduk yere derisini yüzdürmek istememişti Nesimi,

Durduk yere kellesini vermek istememişti Mansur,

Durduk yere idama gitmemişti Galileo,

Durduk yere Kurtuluş Savaşına girmemişti Mustafa Kemal,

Durduk yere cenaze namazı kılınmamıştır Öktem’in,

Durduk yere yüzlerce ilim adamının işine son verilmemiştir,

Durduk yere…

Ne diyor bu büyük tasavvuf ehli?

“Durduk yere vatan haini damgasını yemek istemedim”.

Ben söyleyeyim.

Sen ne tasavvuf ehlisin, ne de hakikat ehli.

Yıllardır bizi kandırmışsınız. Biz de yedik.

Söyleyeyim sana be hey gafil.

İşin içinde ‘vatan haini’ damgası yemek bile olsa, hakikati zamanında söyleyeceksin.

Aksi halde sana, yalaka derler, yalak derler, yağdanlık derler, lüzumsuz derler, anlamsız derler, koltuğunu sağlamlaştıran derler, makam yükselten derler…

Sana öğüdüm olsun:

Vazgeç bu mutasavvıf dedirtmekten, vazgeç hakikat ehli söyletmekten, vazgeç ilahi ve manevi kavramları kendinde varmış gibi anlattırmaktan…

Vazgeç.

Otur,

Paranı kazan, makamını götür, mevkiini ihata et, edebiyat, kitap, yayınevi, yazar, yorum, eleştiri filan diyerek koltuğunu sağlamlaştır…

Ve,

Fakat asla şu tasavvufa filan bulaşma.

Hele, hele hakikatten asla bahsetme.

Tavsiyemizdir.

Otur, oturduğun yerde. Ye, iç, nefes al, nefsini bastır.

Fakat asla, tasavvufu, hakikati karıştırma…

Be hey cahil;

Bu, fakir, bu, her gördüğünü kabul eden, bu, garip millet evlatlarına yalan söylemeyi bırak.

Yeter artık.

Radde’yi bitirmeyin.

Adam olun.
(*) Rasim Özdenören, 6 Ekim 2013 Yeni Şafak

1 yorum:

  1. Tuncay Altunezen :
    Bunlar, bu milletin ekmeği ile takdiri ile büyüyüp, milletine kötülük yapmayı özgürlük ve dindarlık sanan müptezellerdir. Ağızlarına baktığımızda bal damlıyor sanırız. oysa ki araya sokuşturduğu zehirler, bizi öldürmek içindir.
    Yazıklar olsun hepsine. O kadar da çoklar ki...

    YanıtlaSil

Aslan, Fare.. Kedi...

  Aslanın sindiği, sinmek yanlış oldu, köşesine çekildiği zamanlarda, farelerin kükremesi doğaldır. Fare kükreyince yine doğal olarak, kedi ...