Liberallerin kafası
karışıktır, karışmak zorunda olmalıdır, tabiatın gereğidir bu, liberaller
karışmak ve karıştırmak için vardır adeta. Neo olurlar, sosyalist olurlar,
dinci olurlar hatta ve hatta komünist bile olurlar. Ya da komünistler liberal
bile olurlar…
“Ne tuhaf bir dünya! Sosyalistlerin günahı bile faşizmin boynuna!”
Yukarıdaki cümle Yeni Şafak
yazarı Atilla Yayla’nın 5 Ekim tarihli yazısının son cümlesidir.
Bir düşünürün kitabını
okumuş, bir düşünürün fikirlerinden istifade edip gelişmiş, geliştirmiş
kendini, büyümüş ve Türkiye gibi geri kalmış bir ülkenin üniversitelerinde
Profesör makamına yükselmiş bir garip liberal Atilla Yayla. Bir garip
neo-liberal Atilla Yayla. Liberal, neo-liberal, sosyalist, faşist.. gibi
kelimeler aslında bir araya gelmemeli değil mi? Öyle olmalı. Öyle değil işte,
ne ararsanız var içinde ‘derde şifadan gayrı’.
Yayla’nın okuduğu ve
vurulduğu isim Friedrich A. Hayek’tir (1899-1992). En belirgin düşüncesi,
devletin olabildiğince küçültülmesi ve etkisizleştirilmesidir. Çünkü devlet
kendisini yönelten baskı guruplarına hizmet eder. Baskı gruplarından
kurtulmanın yolu da devleti, yasama, yürütme ve zor kullanma sınırlarına çekip
ve orada bırakmaktır. Haksız da sayılmaz hani, devlete çöreklenmiş etkisiz ve
ehliyetsiz takımı, kendilerine akıl fikir verenlere, maddi desteklerle
koltuklarını sağlayanların isteklerine hayır diyemeyecekleri için (ki,
Türkiye’de de örneklerine rastlanılmıştır) çıkartılan kanunlar
güçlüler lehine olacaktır daima. Çoğunluğu ve halkı koruyucu yasalar yerine,
baskı gruplarını kollayıcı yasalar. Akıl tutulması da buradadır işte.
Ehliyetsiz, kabiliyetsizleri devlet yönetiminden uzaklaştırmak yerine, devleti
olabildiğince küçültmek Hayek ve takipçileri liberal ve neo-liberaller
tarafından dillendirilmektedir.
İnsanı sevmemeleri
nedeniyle, sahibi oldukları dev şirketlerinin kârlarını artırmak düşünceleri
ise ahlaksızlıktır.
Hayek’in şu cümlesine
dikkat: “Piyasanın iç dengelerine ve
özel mülkiyete saygı bireyi bağlayan yegâne kural olmalıdır. Piyasanın
vatandaşlarca yapılacak kanunlarla düzenlendiği demokrasi bireysel özgürlükler için
tehlikedir.” Düşünce yapılarında ve kafalarının ardında
hep, daima artan kârları dururken, sosyal fayda ve toplum yararından uzaklaşma
vardır. Devleti küçültmekten (dışlamak) amaç
ise, kendilerinin kârları katlanırken karşılarında örgütlü güç görmek istememelerindendir.
Kâr tutkusu, fikirlerinde
değişimlere sebep olmuş, sahip oldukları tatmin etmemiş olacak ki, ‘küreselleşme’ ayaklarıyla
dünyanın tamamına talip olmuşlardır. Küreselleşme dedikleri ise, sahibi
oldukları bir-kaç şirketin dünyayı yönetmesi fikrinden başka bir şey değildir.
Hayek efendinin bir
tutkulusu daha var tanıdığınız. George Soros.
Dr. Hayreddin Ertekin’in
2005 yılında yazdığı George Soros’un konu alındığı teferruatlı makalesinden
okuyalım: “Soros’a göre ulusal
devletler zararlıdır ve savaşların kaynağıdır. Öyleyse ulus devletler
yıkılmalıdır. Soros’un tarihsel örneği de yabana atılacak türden değildir.
Şöyle der: ’19. Yüzyılda, dünyada, global bir Britanya İmparatorluğu ve bir
düzen vardı’. Öyleyse, Britanya İmparatorluğunun, çağdaş bir türü olarak, yeni
bir dünya imparatorluğu küresel devlet kurulmalı, düzen sağlanmalıdır. Ulusal
kimlikli ne denli devlet varsa, para imparatorluğunun kölesi olacak; çok
etnikli, mozaik içinde mozaik düzenine dönüşecek.”
Görüldüğü gibi,
liberallikten, neo-liberalliğe oradan da küreselciliğe geçiş yapan düşünce
sisteminde ne insanı, ne bireyi, ne toplumu görebilirsiniz. Devlet gücünü
paydaşlarına kullandıran ve onların kârlarına kâr katmak amacı taşıyan vahşi
bir sistem.
George Soros’un yukarıdaki
cümleleri acaba Türkiye’de uygulanan sistemle benzeşmekte midir? Diye sormadan
edilmiyor.
Atilla Yayla Hoca’ya sormak
isterdim; düşüncenin ahlakı, sistemlere yansımalı mıdır, ya da düşüncede
örgülenen ahlaksızlık olduğu gibi sistemlere geçirilmeli midir?
Sistem, ahlaksız
uygulamalara dur demeyecek midir?
Kârını artırmak isteyenle,
toplumu korumak isteyenin ve ona göre kanunlar yapan sistem arasındaki dur
noktası nasıl tespit edilecektir?
Sosyal devlet olmanın,
bölüşümü hakkı ile yapmaya çalışan kurallar taşımanın, bireyi ve toplumu
birbirleriyle ilişkilerinde, ahlaki kurallarla dengelemek isteyen bir sistemin
nesine karşısınız? Liberalizm ya da şimdiki adıyla küreselcilik nesine
karşıdır?
Belki şu da sorulabilir:
başıboş dolaşan, hastalıklı kuduz köpekler, yerel yönetimler tarafından
toplanıp, tedavileri yapılmalı mıdır? Yoksa mikroplarını olduğu gibi topluma
yaymaya devam mı etmelidir?
Aslında, faşist
suçlamalarına maruz kalanların tamamının fikri altı yapılarının temelinde
liberal eğitim sistemlerinin payı ve dahli vardır. Bir liberal çıkıp bugün “Ne tuhaf bir dünya! Sosyalistlerin günahı
bile faşizmin boynuna!” diyebiliyorsa, biraz da
suçu kendinde aramalıdır diye düşünüyorum. Çünkü en az 1929’dan beri, Batı
denen gücün motoru kendileri olmuştur.
Bizim açımızdan:
Liberalizm, Sosyalizm,
Faşizm üçüz kardeşler.
Birlikte, ortaklaşa
vardıkları durak küreselleşme değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder