Niçindir bunca çaba,
niyedir telaş, yorgunluk, koşuşturmaca? Ana karnına düştükten sonra başlayan ve
yeryüzüne geldikten itibaren niçin hep bir (şey)ler öğrenmenin çabasındadır
insan? İlkokul ve peşi sıra dizilen okullar, sayfalarca, ciltlerce kitaplar, hocalar,
dershaneler, çalışmalar, etütler, ödevler, yazılı-sözlü imtihanlar, diplomalar,
tasdiknameler, çok değişik isimlerle anılan ilimler, oku, oku, oku… Öğren,
öğren, öğren… Niyedir? Ne olacak?
Hepsi dünyada daha rahat
yaşamak için mal-mülk, makam, şöhret sahibi olmak için midir? Bu mudur? Yoksa
başka başka anlamları var mıdır?
A’mak-ı Hayal’de anlatılır:
Bir avare, kemerine, sarığına aynalar bağlamış, yoldan geçen birisiyle
eylenirken, gülme krizine tutulur, kriz geçerken birden aklına gelir ve ona
şöyle söyler: “Sen
yıkıkta bir hazine, bense hikmete can atan bir âvâreyim. Lütfen beni özel
talebeliğinize kabul eder misiniz? Ver elini öpeyim”. Bunun
üzerine şöyle söyler aynalı hâkim:
“El öpmek mi?.. Niçin? Tamam, kabul konuşalım. Fakat sözden ne çıkar?
Şimdiye kadar, kim bilir kaç hayvan yükü kitap okudun; ne anladın? Hiç, değil
mi? Akıl muhakemeleriyle Hakk’ın varlığını kabul etmek mümkündür, fakat bilmek
ve anlamak ve olmak asla mümkün değildir. Harfleri bir araya getirmekle hakikat
tecelli eder mi?”
Şimdi öğrendiğimiz bu mana
ile ilim tahsilini bırakıp, başka yollara tevessül mü etmeliyiz? Asla. Böyle
bir mana yok. Öğrenilen her ilim, hedefe varmakta aracı olduktan sonra! Bir de
tersi var. Her öğrenilen ilim, tapınılacak derecede tanrılaştırılıp insan
dimağını iğdiş edebilir. Bundan ‘sığınırım’ denir. Bu faydasızdır. İlmi
bilgiler adeta tanrılaşmış ve o kişinin putu haline gelmiştir. Tevhit kelimesi
bu anlar için bir kale gibi durur. Sığınılacak kapıyı gösterir, sahte tanrılara
yolu kapatır. İlim kolaylaştırmak içindir, zorlaştırmak ve yollara dağlar
kurmak için değil. ‘Öğrendikçe saplananlar’dan bahsimiz bu sebepleydi.
Fıtrat icabı bir zayıflık
tarafı vardır insanın. Nefis tarafı, öğrenme, bilme isteği ile yanarken,
öğrendikçe, bildikçe sapmalar da gösterebilecektir. Aslında zayıflık,
bilemediğini, söylemekle giderilecek kadar da zayıftır. Çünkü bilemediğini
dillendiren, bilmeye doğru da, incelemelerle, araştırmalarla, çalışmalarla,
düşünme antrenmanlarıyla yol alacaktır demektir. Böylece ilerleme, bilmiyorum,
bilemiyorum, anlamıyorum itirafı ile başlayacaktır.
Alak/1’de “Yaratan Rabbinin ismi ile OKU!”
buyurulur. “Ümmiliği” dillendirilir bu demde. “Allah’ın adı ile oku” bir
anahtar, bir öğretici, bir yol gösterici, bir ilim, bir mürşit, bir okuldur,
bilenlerce. İlahi yolun, kalbe dolması ve dilin çözülüşüdür. “Allah adı ile”;
bırak, unut “Allah’tan” gayrısını demektir. Alak 5. Ayet: “insana bilmediğini talim etti”. Allah’a
ait olan, ancak O’nunla olunarak, aidiyet kesbeder. Dünyaya insan için serilmiş
ilimler, ancak dünyaya gelişin amacına varmaya yardımcı olursa bir anlamı
vardır, amaca giderken yoldan alıkoyan ilim, ancak köstek manasında olacaktır
ki, istenmeyen durumdur. Öyleyse okumanın, öğrenmenin zararı değil, bilakis
faydası vardır. Yeter ki, öğrenilen ilmi hedefe varmak için kullanabil.
Öğrendiklerin ayağa pranga olmamalı, bilinenler tanrı yerine geçmemeli, sahip
olunanların da bir sahibinin olduğunu bilerek, hedefe emin adımlarla
yürünmelidir.
Bu noktada ‘hürriyet’
manası üzerinde durulmalıdır. Hür olmayanın Müslüman olamayacağı bilinen
gerçektir. Hatta hür olmayana Cuma Namazı’da farz olmaktan çıkarılmıştır. İnsan
-Müslüman- olmak hürriyetten geçmektedir. Bir ülkenin düşman istilasında olması
halinde nasıl ki, rahat hareket edilemeyecek, istenilen yatırımlar
yapılamayacak, istenilen kitaplar okunamayacaksa, hürriyet ile buluşamamış
beyinlerde de insanın hür iradesiyle hareket edebilme, düşünebilme, iş
yapabilme yetisi olmayacaktır. Bir yerlere, bazı düşüncelere, birilerinin
fikirlerine, kitaplardan öğrendiklerine bağlıdır, çünkü bunların her birerleri
beyinde tanrılaşmışlardır.
Seyyid Ahmet Arvasi, bir
makalesinde hürriyet konusunda şunları söyler: “Türk-İslâm ülküsü açısından durum daha farklı bir biçimde ele
alınmalıdır. İslâm dünyasının yetiştirdiği ünlü ilim ve din adamlarından İmam-ı
Kuşeyrî (miladi 985-1074) Risale-i Kuşey-rîyye adlı kitabında hürriyeti,
‘Allah’tan gayrısına kul olmamak’ biçiminde tarif eder. Bu anlayış, İslam’ın
hürriyet tarifini özetler. Gerçekten de Müslüman, Allah’tan gayrısına kul olmaz
ve hareketlerine Allah’ın rızasından başka bir çıkış noktası aramaz. O
‘egosunu’da, toplumu da putlaştırmaz. Bu sebepten objektif ve sübjektif bütün
sahte mabutları kafasında ve gönlünde kırar, mutlak varlık olan Allah’tan gayrı
ilah tanımaz. İslam’ın ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ parolası, insana hür
olmanın da sırlarını verir.”
Sözün sonu şuraya varır:
Yıllarını, bütün ömrünü
ilim öğrenmeye vermiş, ciltlerle kitaplar yazmış, akademik unvanların tamamını
hakk etmiş büyük bir ilim adamı ile konuşunuz.
-“Hocam, bunca, çaba, emek
harcayarak tahsil ettiniz, kitaplar yazdınız, öğrenciler yetiştirdiniz, bize şu
kısa konuşmamızda bir cümle söyleyiniz ki, bizim için ilim olsun, kural olsun,
kulak küpesi olsun.”
Eminim ki, hocanın
söyleyeceği öğüt:
2600 yıl önce yaşamış Yunan
filozof Khilon’un söylediğinden farklı bir şey olmayacaktır, iki kelimeden
müteşekkil bir cümle:
“Kendini tanı”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder