Bir anlamıyla ‘sanal’
kelimesi anlatır söylemek istediğimizi. Ekranda pek de anlaşılamayan resimlerin
bulunduğu, karalanmış çizgilerin birbirleriyle ilişkilerinin bile
anlaşılamadığı, görselliğin zenginleştirildiği fakat gerçeğin bir türlü
anlatılamadığı, aslında olmayan ve zihinlerde olmayan şeylerin yaratılıp
gerçekmiş gibi gösterildiği sanal hayatın gerçeklikleri.
Umberto Eco, “gençler doğayı ve acıyı tanımıyor, sanal
bir dünyada yaşıyor. Filozoflar, günlük siyasette fazlasıyla boğulduğundan,
değişimi algılayamadı.” Diyor. (tempomag.com.tr)
yine aynı yazısında, “Okul,
artık öğrenme yeri değil ve bilgisayara alışkın bu çocuklar, yaşamlarının büyük
bölümünü sanal âlemde geçiriyor. Sadece işaret parmağıyla yazmak, ‘aynı nöronları
veya korteksin aynı bölgelerini uyarmıyor”
vurgulamasını yaparken de tehlikenin vahametine parmak basıyordu.
Milleti gerçek
problemlerden uzak tutmanın yolu olarak, onları siyasetten uzak tutmak bir tercih
olarak benimsendi. Bunun içinde yapılması gereken, bir yandan durmaksızın alış
veriş yapmasının yolunu reklamlarla ve sanal anlatımlarla sağlayıp, lazım olup
olmadığını bile düşünmeden torbasına doldurduğu ve kolayca taksitlendirerek
anlamsız ve sınırsız, ödeme imkânı olamayacak bir şekilde milleti borçlandırmak
ve borçlarının derdinde koştururken devlet yönetimine (aslında
küresel yönetim) dair eleştirel bakışlarının önünü kesmekti,
başardılar. Borç ödeme derdine düşen millet böylece siyasete ilgisiz kaldı ve
bu sonuçta “siyaset kültürsüzlüğünü doğurdu.” (*) “Tüketim, AVM’de alışveriş ve gezinti,
futbol, tatil, eğlence, cinsellik, yarışma, sanal âlem ve akla gelmeyecek
birçok şey gençliği sürekli meşgul eden ve gündeminden düşmeyen oyuncaklar
haline geldi. Ülke ve toplumsal olaylara en duyarlı olan orta sınıf, fatura ve
taksit ödemesi ile meşgul. Beyler ve ağalar, fırsat ve menfaat peşinde.”
(*) Anlatılan tablo ile atom bombası atılan ülke arasında bir fark yoktur.
Hatta bu durum daha tehlikelidir.
80 öncesinden kalan sağ –
sol ayırımcılığı, özellikle sol kesimin kendilerinden olmayan herkese ve her
düşünceye ‘faşist’ yakıştırması günümüzde de olduğu gibi devam etmekte olup, bu
kez, dinci – laikçi taraflar belirlenirken, o günlerin hakaret söylemini
sahiplenenin başkaları, ziyadesiyle iktidar yanlıları olduğunu belirtmekte
yarar var. Etnik yapılar kaşınarak ve her gün üzerine bir yapı daha ilave
edilerek, milletin devletini ve vatanını sahiplenme güdüsünü alt-üst etme
gayretleri sürüp gitmektedir. Bir taraf rahatlıkla etnik kökenleri tek tek
sayarken, diğer tarafın -Türk- olduğunu söylemesine bile katlanılamamakta ve
neredeyse -faşistlikle- suçlanmaya vardırmaktadırlar. Yine aynı manadan olmak
üzere, bir Ermeni’ye, Ermeni misiniz sorusuna bile ayırımcılık olarak
bakabilmekteler ve fakat kendileri bütün etnisiteleri kutsayarak büyük
kalabalıklar karşısında sayabilmektedirler. Düşünceleri dağıtılmış,
karıştırılmış ve gerçek olmayan, yalan ve hayaller üzerine inşa edilmiş bilgi
şırıngalamaları, millet zihninde de ayrışmanın temellerini atmıştır. Millet zihnindeki ‘ver
kurtul’ formülü buradan doğmuştur. Sanal dünyanın yarattığı,
hayali çözümler…
Var olanı bilmeye yönelik
emekler harcanması lazımken, var olandan uzaklaşılarak mış gibi, varmış gibi
olmayanlara yöneltmek ve insanları yalancı bir hayatın debdebesi içinde
bocalamaya sevk etmek, hem (devleti) yönetenler ve hem
de satıcılar (pazarlama)
dünyasının gerçeklerindendir. Mümkün olmayan mutluluk satılır, zayıflamış ve
yolunu şaşırmış devlet güçlü ve doğru olarak takdim edilir. Bize düşen ise;
yersen!.. “Yüzyüze ilişkiler
çerçevesinde aynı mekânı ve zamanı paylaşan insan, ilkin teknikle ve artık
bilimsel bilginin eşliğinde teknolojiyle birlikte, mekân ve zaman sınırlarını
aşarak, adına ‘sanal gerçeklik’ dediğimiz bir ortamda yaşamaya başlamıştır.”
(**) olmayan gerçeklik peşindeki insan ise, maksadını unutmuş veya maksadını
unutmak için her türlü araç-gereç önüne serilmiştir. Bu haliyle ise daha fazla
yiyebilme, daha fazla mal-mülk edinebilme, daha fazla şan-şöhret sahibi
olabilme hedeflerine kilitlenerek (kilitletilerek) huzursuzluk,
başarısızlık illetleriyle yüz yüze kalmış ve fakat tüm bunların idraki içinde
olamayarak, batağa saplanın hali benzeri, daima kendinden uzaklaşmıştır.
Sonuç ise, kendisinde
varlık vehmedip sanal tanrılara kapılanarak Allah’ı unutmak olmuştur.
(*) Safter
Tanık, Makyavelizm, makyavelist ve idealist siyaset felsefesi, ulkucukadro.com
(**) Prof.
Betül Çotuksöken, milliyet 12 Haziran 2013 (röportaj)
Abdurrahman Biçer ;
YanıtlaSilAma ihanetin bedeli her halde ağır olacak...
Yapılması gereken tek şey yeniden İNSAN olabilmek...
Tabii olarak bu; uzun bir süreç...
Katılıyorum...
Sanal Gerçeklikten kopuş biraz sancılı olacak...